KıbrısManşetSiyaset

Bu yalanlarla nereye kadar gidilecek?

Kıbrıs’ın bölünmesiyle sorun ortadan kalkmıyor,  kalkmadığı gibi Türkiye’nin Kıbrıs’ta bulunma gerekçesine meşruiyet kazandıran hak da ortadan kalkıyor.. Ve durum bambaşka bir boyuta taşınıyor

BM’nin 541 ve 550 sayılı kararları orada dururken Kıbrıs’ta egemen eşitlik temelinde iki ayrı devletli çözüm bekleme martavalı  koca bir yalanı dillendirmektir. Kuzey Kıbrıs’ta bu çürümüş ve kokuşmuş düzenin devam etmesini sağlamanın bir diğer yöntemidir.

Ne diyor 541 ve 550 sayılı BM kararları..

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 550 sayılı kararı, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin talebi ve Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından yola çıkarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “Türkiye tarafından işgal altında kalan kısmında” yapılan karşılıklı “büyükelçi atamaları” ve “anayasal referandum” yapılması Kıbrıs’ın bölünmesi için yapılan ayrılıkçı hareketler olduğu belirtilmiştir. Güvenlik Konseyi, 541 sayılı kararın uygulanmasını yeniden talep ettiğini nitelemiş ve tüm ülkelere “ayrılıkçı hareket” ile kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmaması çağrısını tekrarlamıştır. Bunu kısaca özetlersek Kıbrıslı Türkler’in “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni” ilan etmesi ve bu girişimin geçersiz olduğunun ilan edilmesi, bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir Kıbrıs devletini tanımamaya çağırma kararı alınmıştır.

Sonuç olarak bu kabul ediliyor ve imza altına alınıyor..

Dolayısıyla bu beklentiyi yeni bir  politika diye ortaya atanlar halka bilerek yalan söylemektedirler..

Bu dürüst bir politika değildir..

BM kararları uluslararası hukuk nezdinde bağlayıcıdır..

Crans – Montana sonrası Rum tarafının garantör Yunanistan destekli masayı devirip kaçması sonrası garantör Türkiye’nin politika değişikliğine giderek ortaya attığı ve Kıbrıs Türk Liderliğinin önüne koyduğu 2 ayrı egemen devlet politikasının mümkün olmayacağını Türkiye’nin yöneticileri de çok çok iyi biliyorlar..

Peki o zaman yapılmak istenen nedir?

Bu konuda aklın alacağı 2 şey vardır.

Birincisi Türkiye elini güçlü tutmak için ve pazarlık payını artırmak maksadıyla Kıbrıs üzerinden siyasi ve ekonomik bir kazanım elde etmek üzere bunu bir koz olarak kullanmaktadır.

İkincisi Türkiye Kıbrıs’taki pozisyonunu bölgesel olarak hayata geçirmeye çalıştığı bir siyasi proje için korumaya çalışmaktadır.. Bu Türkiye’nin siyasi konjonktürüne bağlı olarak iç siyasete dönük bir malzeme olarak da düşünülebilir..

Buna resmi olarak seslendirilme yapılmasa da 1950’lerde başlayan politikanın süregelen devamında  ilhak noktası da dahildir.

Dolayısıyla bu Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğunun rıza göstereceği bir durum değildir..

Birinci öngörüye tekrar dönecek olursak yani Türkiye’nin kendi politikası gereği elini güçlü tutmaya çalışarak belli kazanımlar elde etmeye yönelmesi elbette doğaldır ve anlaşılabilir bir durumdur.

İkincisi ise anlaşılır olmadığı gibi son derece karmaşık ve Türkiye’yi uluslararası alanda sıkıntıya sokacak bir yaklaşımdır..

Neden?

Zira Kıbrıs’ın bölünmesiyle sorun ortadan kalkmıyor,  kalkmadığı gibi Türkiye’nin Kıbrıs’ta bulunma gerekçesine meşruiyet kazandıran hak da ortadan kalkıyor.. Ve durum bambaşka bir boyuta taşınıyor..

Dolayısıyla bütün bu realiteler ortada dururken, birilerinin hiç gerçekleşmeyecek bir statü için halkın geleceğini yalanla dolanla çalmaya kalkması kabul edilemez.

Nitekim İngiltere Kuzey Kıbrıs’ta kamuoyunu yanıltmaya yönelik Kıbrıs Türk Liderliğinin “İngiltere bizimle işbirliği yapacak” yalanına fırsat vermedi ve  KKTC’ye direkt uçuş yapılamayacağını net bir ifade ile açıkladı.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu