1974 Kıbrıs Barış harekatı Lefkoşa Mücahidi Metin Aybars, Kıbrıs Barış Harekatı’na giden süreçte yaşananları ve 20 Temmuz sonrasını kaleme aldı.
15 Temmuz 1974’te darbecilerin Nikos Samson’u çeşitli planlar dahilinde Cumhurbaşkanı yaptığını belirten Aybars, o dönem ara birçok Makarios ve AKEL sempatizanının canlarını kurtarmak için Denktaş yönetimine sığındığından bahsetti.
Geçen 4 günlük süreç sonrası 20 Temmuz sabahı günün ağarmasıyla beklenen haberin geldiğini belirten Aybars; o dönemi şu satırlarla yazıya döktü;
15 Temmuz 1974 Darbecilerinin Nikos Samson’u Cumhur başkanı yapması boşuna değildi. Samson’un Yunan cuntası ile sıkı ilişkileri vardı. Özellikle Yuannidis ile Kıbrıs’taki Yunan alayı ELDIK te görev yaparken sıkı işbirlikleri olmuş Enosis ve Türklere uygulanacak katliamlar konusunda çalışmalar yapmışlardı.
Nihayet beklenen gün gelmişti. Artık güç Yunan ordusunun elinde idi. Samson bu arada bir televizyon konuşması yaparak Enosis’ten bahsetmiş, Türklere de bu işten uzak durun, sizinle alakası yok gibisinden bir mesaj vermişti.
İşte böyle bir anda Baf’ta yerel bir radyodan Makarios’un sesi duyuldu “Ben ölmedim Bize Yunan cuntası saldırdı, halkımız bunlara destek olmasın, karşı koysun, dünya devletleri bizi desteklesin”
Bu ses bütün durumları tersine çevirdi. O müthiş darbe kargaşası esnasında sonradan ele geçen Türkleri imha planı İPHESOS’un uygulanması kuvvetle muhtemeldi.
Makarios ortaya çıkınca kuvvetler Baf’a yöneldi ve Makarioscularla darbeciler yer yer çatışmalara başladılar.
Ne tuhaftır ki bu ara birçok Makarioscu ve AKEL sempatizanı canlarını kurtarmak için koşa koşa can düşmanları ‘DENKTAŞ YÖNETİMINE’ sığındı..
Makarios İngilizlerin yardımı ile Baf’tan İngiliz Ağrotur üssüne, oradan Londra, sonra New York’ta Birleşmiş Milletlere koştu. Orada yaptığı konuşmada dünyayı ama özellikle Kıbrıs Cumhuriyetinin garantörlerini müdahaleye çağırdı. Bunlar doğal olarak Türkiye ile İngiltere idi.
Ecevit hükümeti bu işi nasıl hallederiz diye İngiltere’ye koştu. Koştu ama İngiltere taş kesildi, tepki bile vermedi.
Demek ki iş başa düşmüştü, gereken yapılacaktı.
Darbenin Yunan askerleri ve Yunan subayları emrindeki birlikler tarafından yapılması Kıbrıs’ın resmen Yunanistan tarafından işgali demekti. Hele Nikos Samson gibi azılı bir Türk düşmanı katilin Cumhurbaşkanı yapılması hayra alamet değildi ve kabullenemezdi.
Artık müdahale kaçınılmaz olmuştu ama yapılacak mıydı? Geçmişte bu konuda çok acı tecrübelerimiz olmuştu.
Bize “Dayanın Türkiye 5-6 saatte sizi kurtarır ” denmişti ama sonra öğrenmiştik ki Türkiye’nin çıkarma gemileri yok, hatta sadece eğitim maksatlı az sayıda paraşütleri mevcuttu.
Her sıkı zamanda Hava Kuvvetleri imdadımıza koşmuştu ve çok yararlı operasyonlar da yapmışlardı ama bu defa durum iki yönden farklı idi. Birincisi bu defaki mevzii bir çatışma değil resmen adanın işgali idi, ikincisi Türk Ordusu eskisi gibi Amerika’nın “Otur arap, kalk arap” emri altındaki ordu değildi. Ve devletin başında da yüreği patlak bir hükümet vardı.
Diğer yandan Rum kuvvetleri de oldukça güçlenmişti. Mısır’ın da yardım ve aracılığı ile Rus tankları alınmış, zırhlı harekat ve personel taşıyıcılar temin edilmiş, özellikle Çekoslovakyakya’dan ağır silahlar getirilmişti. Yunan Alayı takviye edilmiş, birçok birlikler Yunan subaylarının emrine verilmişti.
Kıbrıs’ın dört bir yanındaki kıyılara ve ana yol kenarlarına bir metre kalınlığında beton mevziler yapılmış, ikinci, hatta bazı yerlere üçüncü savunma hatları yapılmıştı. Askeri birlikler özellikle kıyılara yakın yerlere yerleştirilmişlerdi.
Bu kadar hazırlık doğal olarak şımarıklığı da getirmişti. Kıbrıs’ta duvarlarında ELLAS, ENOSIS yazmayan bina azdı, bir de MOLON LAVE efsanevi meydan okuma ” CESURSAN GEL AL” Türkiye de kim oluyordu? Kıbrıs KOSTANTINOBOLİ’nin anahtarı idi. Önce Ķıbrıs Yunan olacak arkasından ver elini İstanbul. E, MEGALI İDEA ÖYLE YAZILDI YA?
Gelsin Zivaniyalar, Hacıpavlolar, ” Hade eğiva , şerefe” Yaşasın büyük Yunanistan, yaşasın BİZANS
Önceki bölümde yazdıklarımız tabii bizim tespitlerimiz. İstihbarat bilgileri. Durum değerlendirmeleri üst kademelerde askerlerin işi.
Biz sadece o günlerde yaşadıklarımızı biliyor ve yazıyoruz, o da herkesin yaşadığı bölgelerdeki durumlara bağlı değişik olabiliyor tabii. 20 Temmuz 1974 ve sonrasını yazmak tabii ki çok geniş bir çalışma gerektirir ve muhakkak çok şeyler de yine yazılmamış olabilir. Onun için ben genel durumu yazdıktan sonra bir Lefkoşa Mücahidi olarak sadece kendi bildiklerimi ve yaşadıklarımı o günleri yaşamayanlara ve bilmeyenlere aktarmak istedim.
Temmuz 1974 de Lefkoşa’da 3 Mücahit Taburu ile Bağlı birlikler adı altında biri ağır silah bölüğü olmak üzere iki bölük ve bir de İnzibat ve Bando bölükleri vardı. Tabii bir de Ortaköy ve Gönyeli’de konuşlanmış Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı (KTKA)
15 Temmuz sabahı Rum semtinden gelen patlama sesleri ile bütün birlikler alarma geçmiş ve personel tam techizat bütün mevzilere yerleşilmişti. Şehre giriş çıkışlar durmuş, terhis edilmiş olup sivil dairelerine dönen memurlar, ve diğer vatandaşlar işlerini bırakıp mevzilere koşmuştu.
Rumların çatışmaları sürerken TMT’nin daha örgütlü olduğu yerlerle irtibat sürmekte ancak daha küçük yerlerle irtibat kesilmiş bu da derin endişelere neden olmuştu. Ya bu arbede esnasında Rumlar ansızın bize saldırırsa ne olacaktı? İşte tankları, topları ile kendi vatandaşlarına yaptıklarını gördük. Acaba Türkiye yardımımıza gelebilecek miydi? Gelmeye çalışırsa bu kolay olamayacaktı. Bu işin sonu nasıl bitecek? Kurtulacak mıyız, yoksa……..
Darbe ve sonrası hakkında belirsizlik sürerken bütün Mücahit birlikleri tam alarm durumunda beklemede, her tarafta üniformalı, sivil kıyafette her yaştan insanlar var 80 yaşında eski Mücahitler de, 14-15 yaşlarında askeri eğitim almamış çocuk yaşta gençler de. Tabii o kadar silahımız yok, idare ediyoruz.
Şimdilik yiyecek sıkıntımız yok. Seferi yiyecekler iyi stoklanmış. Mevzilerimizle evler aileler iç içe, Mevzilere dağılmış Mücahitlere evlerden de yemekler geliyor, mutfaklar gönüllü kadın erkek aşçılarla doldu.
Türkiye’li subay olan Tabur Komutanlanlarımız ve Lefkoşa Sancaktarı ve ile Dal 3 (Harekat subayı) dışında bütün subaylar Ķıbrıslı Mücahit. Bazılarımız 1963 den kalma, bazılarımız daha genç ve deneyimsiz.
Bizim taburda(11nci Tabur) 3 karargah subayı ve 4 bölük komutanı bulunuyor, tabii takım komutanları da var.
Sorumluluk bölgemiz Lefkoşa’nın Doğusunda surlar dışındaki Mağusa Kapısından başlayarak Çağlayan bölgesi, Belediye evlerinden Kuzey’e, oradan Rumların 1963de işgal ettikleri Küçük Kaymaklı , Yenişehir önünden Marmara Bölgesine kadar olan bölge idi.
Komşu birlik olarak surlar içinden Ķöşklüçiftlik’e kadar uzanan bölgede 33. Tabur, Marmara Bölgesinde ise KTK Alayının birlikleri vardı. Kısaca Ortaköy ve Gönyeli’den Boğaz Sancağına açılan Girne yolu dışında Lefkoşa tamamen Rumlar tarafından kuşatılmış bir durumda idi. Rum mevzileri uçaksavarlar dahil ağır makineli silahlarla techiz edilmişti.
Durmadan durum değerlendirmesi yapmakta idik. Birincisi darbenin tozu dumanı arasında ani bir saldırıya uğrama ihtimali. Diğeri ve daha önemlisi eğer Türkiye bir müdahalede bulunursa Rumların öfke ve intikam duygusu ile bize saldırması. Nitekim Makarios zamanında “Eğer Türkiye Ķıbrıs’a müdahale ederse kurtaracak Türk bulamayacak” dememiş miydi?
Direnişin ve İdarenin merkezi Lefkoşa idi. Lefkoşa her halükarda ayakta kalmalıydı, aksi halde her şey çökecekti. Sorumluluğumuz büyüktü. 1963den beri sürdürmeyi başardığımız direnişimizi alnımızın akıyla sonlandırmalıydık. Bu zor taşınan tarihi bir sorumluluk idi ve her ne pahasına olursa olsun başarmalıydık.
Tabur karargahımız bugünkü KKTC Meclis binası, alt tarafı yarı bodrum gibi bir yer, oraya taşınıyoruz. Bölük karargahları da seferi yerlerine taşınıyor. Artık her duruma hazır bekliyoruz.
Bütün bunlar olurken Ecevit Londra’da İngilizleri müşterek bir müdahaleye ikna etmeye çalışmakta. “Bu işi bereber barışçıl bir şekilde yapalım” diyor, İngiliz yan çiziyor. Öte tarafta Makarios yalvarıyor “Kıbrıslı bu canavar darbecilerden kurtarın” diye.
Bu arada şehirlerden en küçük köylere kadar bütün Türkler ne olacak diye beklemede. Belli ki ne olacaksa artık bu son olacak, inşallah hayırlısı olur.
19 Temmuzda Bizi heyecanlandıran bir emir gelir. “TANITMA BEZLERINI HAZIR HALE GETIRİN”
Tanıtma bezleri uzun bir müddettir depolarda ağzı mühürlü torbalar içinde tutulmakta ve açmak yasak. İçlerinde iki yüzü farklı renkte uzun bezler bulunmakta. Bu bezler bir hava harekatında bölgemizi belirlemek için hudutlara emredilecek renk görülecek şekilde serilecek.
Emir Taburda yapılan toplantıda Bölük Komutanlarına iletiliyor. Müşterek kanı artık bir müdahalenin yakın olduğu. Birbirimize kolaylıklar diliyoruz, helalleşir gibi sarılıp görevlerimize dönüyoruz.
Bundan sonra her an her şey olabilir. Zaten bütün teçhizat elden geçmiş, nöbetçiler hariç Mücahitlere istirahat veriliyor.
VE… gece yarısını biraz geçe Bölük Komutanları ile Tabur karargahında acil toplanıyoruz. Komutan kısa kesiyor “YARIN GÜN AĞARIRKEN DENİZDEN VE HAVADAN TÜRKIYE’NİN MÜDAHALESİ BAŞLAYACAK”
Arkasından kesin emirler geliyor:
Bunu sizden başka hiç kimse bilmeyecek,
Emir verilir verilmez tanıtma yer bezlerini hemen serecek şekilde hazır tutunuz,
Gün doğmadan takviyeli alarm durumuna geçin, silah ve teçhizatın son kontrollerini yapın,
İrtibatlarınızı kontrol edin, Tabura birer haberci personel gönderin.
Tabii Tabur karargahında bize istirahat yok ,son hazırlıklarımızı yapıyoruz ve bölükleri dolaşmaya başlıyoruz son kontroller için ve dönüp sabahın ilk ışıkları ile kopacak kıyameti bekliyoruz.
2O temmuz sabahı günün ağarmasına doğru beklenen emir geldi. “Yer tanıtma bezleri serilsin ve çok mecbur kalınmadıkça sakın Rumlara ateş açılmasın”
Şafakla beraber müthiş bir gürültü ile Lefkoşa üzerine alçaktan uçan bir uçak bildiriler atarak geçti gitti.
Bildirilerde Rumca ve Türkçe barış çağrısı yapılıyor ve bir çatışmaya girilmemesi çağrısı yapılıyordu. Ayni anda radyodan rahmetli liderimiz Rauf Denktaş’ın çağrısı duyuldu. Türk ordusunun bu anda Ķıbrıs’a barış getirmek için adanın her tarafında havadan ve denizden çıkarma yaptığını duyuruyordu.
Bildiri atmaya gelen ikinci uçağa Rum tarafından yoğun ateş açıldı arkadan gelen üçlü filo ihtar mahiyetinde birkaç dalış yaparken her yönden daha ağır atışlar geldi. Belli ki Rumlar mesajı almamış ve savaşmayı tercih etmişlerdi.
Bu arada Boğaz Sancağı bölgesine hava indirmenin başladığı, çıkarma gemilerinin Girne sahillerine yaklaştığının göründüğü haberleri geldi.
Artık durumun gidişatı belli olmuştu Rumlar barışı değil savaşı tercih etmişti. Rum semtindeki Atalasa tepelerinden top atışları başladı. Top mermileri Türk semti üstünden geçerek hava indirme bölgesine düşüyordu.
Biraz sonra Lefkoşa’ya havan mermileri düşüp, bazı mevzilere ateş açılınca kıyamet koptu. Aslında bu bizim tercih edeceğimiz bir durum değildi çünkü silah ve cephane durumumuz pek iyi değildi. Çatışma uzun sürer ve kontrol altına alınmazsa zor durumlara düşebilirdik. Bu endişe bize pahalıya mal oldu. Durumu kontrol altına almak içın ateş hattına giden 55. Bölük Komutanımız Ecvet Yusuf bir mevzide şehit düştü.
Madem ki Rumların tercihi savaştı savaşılacaktı. Uçaklar Rum semtindeki askeri hedefleri bombalamaya başladılar ve bu bütün gün sürdü.
Akşam olunca hava harekatı kesildi. Karşılıklı atışlarda Mücahitlerimizi bir dereceye kadar durdurmayı başardık. Rumlar durmak bilmiyor. Bir de haberler durmuyor. Dışarıdan çeşitli haberler geliyor, çoğu olumsuz.
En kötü haber gece yarısından sonra geldi. Habere göre Rumlar Kumsal’dan bölgemize sızmış. Yine 1963de olduğu gibi bir Kumsal faciası mı yaşayacaktık? Bu doğruysa düşman cephede ağır ateşle bizi mevzilerimize sabitlerken arkamızdan mı vuruluyorduk?
Sancaktarlık bizden durum tespiti yapmamızı emretti. Taburumuzun dört bölüğünün bütün personeli mevzilerde idi. Karargahta bu işi yapacak sadece karargah personeli, birkaç haberci bir de takviye olarak bize gönderilen kırık dökük silahlarıyla ‘ bandocular’ vardı.
iki karargah subayı bandocuları ve iaşecileri alarak bölgeye çıktık. Sonradan öğrendiğimize göre tedbir olarak Girne Kapısına barikatlar kurulup surlar boyunca ikinci bir savunma hattı kurulmuş, bizden gelecek haber bekleniyor.
Yolun iki tarafını tutarak dere boyuna doğru yola çıktık. Elektrikler kesildiğinden sokak lambaları yanmıyor, ortalık zifir karanlık, hiçbir evde de ışık görünmüyor, insanlar ya daha emniyetli bir yerlere kaçmış veya evin emniyetli bir yerine sinmiş. Bütün Köşklüçiftlik ve Kumsal bölgesini taradık, hiçbir şeye rastlamadık. Dönüşümüzü Un Fabrikası (Bugünkü Başbakanlık ışıklarının bulunduğu bölge) civarından teker teker mevzilere uğrayarak yapmaya karar verdik, böylece hem cephenin durumunu görecektik hem de Mücahit kardeşlerimize dayanışma mesajı verecektik.
Un fabrikasından Belediye evlerine kadar cephe boyu yürüdük. Başımızın üstünden Rumlar tarafından hava indirne bölgesine durmaksızın atılan yüzlerce top mermisi uğultularla geçerken mevzilerimize yapılan binlerce atışın izli mermileri uçuşuyordu, sağımızda solumuzda patlamalar. İnanması zor ama mevzilerimize yapılan uçaksavar atışlarında mermiler bazı evlerin bir tarafından girip diğer tarafından çıkmakta idi.
Sonunda karargahımıza dönüp raporumuzu verdik. “BÖLGE TEMİZ”
Temiz ama endişeliyiz. Biz bölgemizde hala daha bir Türk askeri göremedik, harekatın durumu ne? Cephanemiz oldukça azaldı, ya bu defa hakikaten bir sızma veya saldırı olursa halimiz nice olur? Cehennem gibi bir gece…..
Korkunç bir geceden sonra 22 Temmuz sabahını görebildik. Hava harekatı yeniden başladı. Uçaklar bir gün önce olduğu gibi üçlü takım halinde hücum edip bombalarını bırakıp gidiyorlar. Rum tarafındaki hedefler bir bir imha edilmekte. Cephede de yer yer çatışmalar sürüyor. Ulaşabildiğimiz Barış Kuvvetleri unsurlarından silahlarımız için mermi istiyoruz ve bir miktar geliyor. Ama gelen mermiler onların silahlarına uygun yani 7.62lik. Halbuki bizin silahlarımız Çanakkale’de kullanılan 7.7 çaplı antika olmuş piyade tüfekleri, bir de ikinci dünya harbinden kalma yine7.7’lik Bren Makineli Tüfeklerle 9mmlik mermi atan çoğu bizim ustaların yaptığı Stenler. Yine mermi sıkıntımız devam ediyor.
Öğleye doğru Hava indirme ile Boğaz bölgesine inen eski Sancaktarımız General Hakkı Borataş bir araç göndererek beni Boğazdaki karargahına çağırdı. O bizim hep gezme için gittiğimiz Girne yolunda inanılmaz bir görüntü vardı. Gönyeli perişandı. Daha ileride tarlalar yanmış simsiyahtı. Hasat mevsimi sonu olduğu için Rumların top atışları her yerde yangınlar çıkarmıştı. Şimdi Girne yolunun etrafında çomun çomun gördüğümüz dikenli alçak bitkiler (Gonnaralar) var ya, kızgın güneşin altında onların bile gölgesine sığınmaya çalışan askerler vardı. Küçücük zeytin, alıç ağaçlarının altları asker ve cephane sandıkları ile dolmuştu. Civardan gelen yaşlı, kadın, çocuk köylüler askerlere yiyecek ve su yetiştirmeye çalışıyordu. Aslında unutulmayacak bir manzara vardı. Bir tarafta tüten dumanlar, patlamalar, yorgun askerler ve aralarında bayram yaparcasına ellerinde Türk Bayrakları, su bidonları ile koşuşan bir halk.
Boğaz Sancağı karargah bölgesinde inanılmaz bir hareket vardı ama en mühimi orada kurulmuş olan sahra hastanesi idi. Durmadan yaralılar geliyordu. Doktorlar, hastabakıcılar yorgun ve perişan koşuşuyordu.
O anlarda dağda ve denizle de acaba neler oluyordu?
O gün Lefkoşa büyük bir sürpriz yaşadı. Halka moral vermek maksadıyla bir tank ve zırhlı araç şehre getirildi. Boş olan sokaklar bir anda binlerce insanla doldu. Herkes bayram yapıyordu. İste yıllardan beri özlenen gün bugündü. Artık ölsek de gam yemezdik.
22 Temmuz öğleden sonra taburumuzun batı tarafındaki Marmara, Gelibolu bölgesinde komşu Kıbrıs Türk Kuvvvetleri Alayı karşılarındaki Rum hatlarına bir taarruz düzenledi. Hedef Rumların kalesi olarak bilinen hem Marmara bölgesi hem de Kuzeydeki 22nci Tabur kontrolündeki bölgeye hakim Domuzcular Burnu tepesi idi. Biz durumun gidişatını tam olarak takip edemiyorduk, ama artık biliyorduk ki Tanklar ve zırhlı araçlar Lefkoşa’ya kadar ulaştığına göre vaziyet iyi idi. Nitekim beklediğimiz mermiler nihayet gelmişti, hatta LAV Roketatarlar bile verilmişti birliklere.
Yine korkunç bir akşam başladı derken toplantı emri geldi. Bölük Komutanları ile Tabur Karargahında toplanacaktık. Şehit düşen Ecvet Yusuf’un yerine 55nci Bölük Komutanlığına sivil görevlerine dönmüş olan bölüğün eski komutanı Yılmaz Bora getirilmişti.
Toplantıya katılan Lefkoşa Sancağı Eğitim ve Harekat Subayı uzatmadan emri tebliğ etti:
“ARKADAŞLAR YARIN KAYMAKLI’YA TAARRUZ EDIP DÜŞMANDAN KURTARACAĞIZ”
Kaymaklıyı 21 Aralık 1963 olayları esnasında kaybetmiştik ve bu yıllardan beri kalbimizde bir yara idi. Kurtarma görevi de yine TMT’ye düşmüştü.
Lefkoşa’nın dibinde 6 bine yakın Türkün yaşadığı ve sadece 90 TMT’ci Mücahitin savunduğu Küçük Kaymaklı’ya Nikos Samson yönetiminde yüzlerce EOKA’cı ve Yunan Alayı saldırıp işgal etmişlerdi.
Esir alınan bir çok Türk katledilip kaybedilmiş, evler yakılıp yıkılmıştı. Halkımızın çoğu Hamitköy’e kaçmış ve yıllarca çadırlarda yokluk içinde yaşamıştı.
Toplumlararası görüşmeler başlayıp hava biraz yumuşayınca bu insanların dramı ve evlerine dönme konusu gündeme gelince Rum görüşmeci Glafkos Kliridis “Biz orayı savaşarak aldık ve ancak savaşarak geri alabilirsiniz ” gibi küstah bir cevap vermişti.
Demek o gün gelmişti ve bu sorumluluk ve görev bize düşmüştü.
“HAYDİ HAYİRLISİ, GAZAMIZ MÜBAREK OLSUN” diyerek toplantıyı sonlandırdık.
NİHAYET 20 TEMMUZ (10)
VE.. 23 Temmuz sabahı şafakla beraber Mücahitlerimiz “ALLAH, ALLAH ” sesleri ile hücuma kalktılar.
Kaymaklı harekatımız başlı başına başka bir mücahit destanı ve ayrı bir yazı dizisi konusu. İnşallah onu da yazacağız.
Yıllarca omuz omuza mücadele ettiğimiz, 15 Temmuz Rum darbesi ile yine bölüklerine koşan, hiç tereddüt etmeden aslanlar gibi düşman üstüne atlayan arkadaşlarımız, bütün saldırılara, işkencelere, yokluklara rağmen direnen ve teslim olmayan aziz halkımız, gurur duyun, siz özgürlük mücadelesinde dünyaya örnek olacak kahramanlarsınız.
Müsaadenizle bugünkü 20 Temmuz Bayramına atfen 1974 Temmuz ayı sonlarında Kaymaklı, Kızılbaş ve Yenişehir cephelerinde Mücahit arkadaşlarımızla çektiğimiz birkaç zafer hatırası fotoğrafıyla yazılarımı sonlandırıyorum. Eminim oralarda birçok vatandaşımız eşlerini, babalarını veya yakınlarını bulup gurur duyacaktır.