GenelKıbrısManşet

Mehmet Hasgüler, gazeteci Sabahattin İsmail’e dava açtı

YÖDAK Başkan Vekili Mehmet Hasgüler, şahsına yönelik yalan ve yanlış söylemlerde bulunduğu gerekçesiyle gazeteci Sabahattin İsmail’i dava etti.

Yükseköğretim Planlama Denetleme Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu (YÖDAK) Başkan Vekili Prof Dr. Mehmet Hasgüler, şahsına yönelik açıklamalardan dolayı gazeteci Sabahattin İsmail’i dava etti.

Mehmet Hasgüler, şahsına yönelik yalan ve yanlış söylemlerde bulunulduğunu iddia ederek bugün Lefkoşa Kaza Mahkemesi’ne giderek dava dosyasını sundu ve ardından basına açıklamalarda bulundu.

Mehmet Hasgüler’in basın açıklaması şu şekilde:

“Dört ayı aşkın bir süredir, Kıbrıs gibi küçük bir ülkede yaşamamıza karşın hayatım boyunca hiç yüz yüze gelmediğim, sadece basında çıkan fotoğraflarından aşina olduğum, sokakta görsem tanımakta güçlük çekeceğim bir zat tarafından sistematik olarak tamamen yalanlar üzerine kurulu bir iftira ve karalama kampanyasına maruz bırakılıyorum.

Sabahattin İsmail adlı şahsın uzun müddet gülüp geçmeyi tercih ettiğim bu kampanyasını aynı zamanda dostum olan avukatım Boysan Boyra aracılığıyla bugün itibarıyla yüce yargıya taşımaya karar vermiş bulunuyorum.

Kendisiyle mahkemede hesaplaşmaya karar vermiş olmamın birinci sebebi içimdeki yenemediğim merak duygumdur. Neden böyle bir işe böylesi bir hevesle kalkıştığını öğrenmeyi çok istiyorum. Umarım mahkemede kendisi yüce yargı ve kamuoyunun huzurunda böylesi yakışıksız bir işe neden giriştiğini açıklamayı tercih edecektir.  Hatta belli olmaz, bu kadar yalanı günlerce, haftalarca bıkmadan tekrarlama işini hangi menfaatlerin, beklentilerin peşinde, hangi mahfillerin yönlendirmesiyle bu kadar şevkle yerine getirdiğini bile öğreniriz belki.

Kendisinin geçmişine göz attığımda çok da şaşırdığımı söyleyemem. Zira benzeri iftira ve hakaret davalarından defalarca yargı önüne çıkmışlığı ve mahkûm edilmişliği var. Konunun psikiyatrik bir açıklamasının da olabileceğinden şüphelenmiyor da değilim.

Belki aranızda Sabahattin İsmail imzalı o karalama dolu yazılardan birine denk gelmiş olanlarınız vardır.  Siz de göz ucuyla o yazılardan birini okumuş olabilirisiniz. O yüzden yüksek müsaadelerinize sığınarak bu noktada kendimden bahsetmek zorundayım:

Türkiye’de öğrenim dahil olmak üzere akademik hayatımın toplam 26 yılını geçirdim. Yazdığım kitaplar, yayınladığım akademik makaleler, günlük gazete yazılarım, verdiğim konferanslar, çalıştığım üniversiteler; hepsi ortadadır. Türkiye’de onca yıl içinde edindiğim çok derin arkadaşlık ve dostluklarım var. Otoritelere karşı her zaman bilimsel ilkelerle eleştirel bir konumda oldum. Haksızlığa uğrayan herkese karşı empati ile yaklaşarak dayanışma gösterdiğimi de herkes biliyor.

Kıbrıs konusunda verdiğim mülakatlar da hem Türkiye’de hem de KKTC’de konunun uzmanı bir akademisyen vasfıyla en sağdan en sola kadar tüm Tv veya gazetelerde yayınlanmış, kabul görmüş ve takdir edilmiştir.

Sabahattin İsmail’in diline dolamaya cüret ettiği “Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu” isimli kitabımın 1998 yılında Ankara’da ilk baskısı yapıldığında Kıbrıs sadece tek boyutlu olarak anlatılıyor, özellikle Türkiye’de konuyla ilgili analitik bir değerlendirme yapan yayınlara pek rastlanmıyordu. Bu alanda kaleme alınmış, yakın tarihe nesnel ve eleştirel bir gözle bakan ilk Kıbrıs kitabı olmasından ötürü bugün Kıbrıs hakkında yazılmış ve birden fazla baskı yapmış belki de tek çalışmadır.

Sabahattin İsmail’in bunları bilmesini beklemiyorum. Normalde yazdıklarına pek ilgi göstermediğimi itiraf etmek zorundayım. Arkadaşlarımın uyarısıyla beni konu ettiği için yazılarına baktığımda da okumakta ve kendisinin mantığını takip etmekte çok zorlandığımı da belirtmem gerek. Ben de bıraktığı intiba karşımızda pek de okur yazar olmayan bir kişi bulunduğudur. Kaleme aldığı yazılar kelimenin iki anlamıyla da edebîlikten uzak. O sebeple kitabımın içinden bağlam dışı cımbızlamalar yaparak sözüm ona eleştirilerde bulunuyor olması sadece kötü niyetinden değil kişisel kapasitesinden de kaynaklanıyor olabilir, bilemiyorum.

Çeyrek asrı aşan akademik hayatımda bilimsel anlamda ortaya koyduğum çalışmalarım kamuoyunun takdirine açıktır. Başta dediğim gibi; gülüp geçebilirdim. Ancak bu kadar pervasızca yalan söyleme işini, üstelik bu kadar yanlış ve saldırgan bir şekilde yerine getirmekten sakınmayan bir insana karşı sessiz kalınmaması gerektiğine karar verdim. Sadece kendi kişisel onurum değil, akademinin onuru için bunun gerekli olduğunu düşünüyorum. Akademisyenler böylesi yalan ve iftira dolu yazılar kaleme almaktan çekinmeyen tetikçiler tarafından terbiye edilebilecek insanlar değildirler.

Sabahattin İsmail, YÖDAK’taki görevimi niye bilmiyorum kendine dert edinmiş durumda. Son altı yıldır bulunduğum göreve neredeyse oy birliği ile seçilmekteyim. Sabahattin İsmail adlı zatın YÖDAK’ın işleyişinden, tüzüğünden, görevlendirme yöntemlerinden ne kadar haberdar olup da bu yalanları peş peşe sıralamayı marifet sandığını mahkemede açıklayacağı günü de sabırsızlıkla bekliyorum şu an.

Kendisi, neden bilmiyorum, KKTC Cumhurbaşkanlığı Uluslararası İlişkiler Komitesi üyesi olmamı da eleştirmek için çırpınıyor. Sadece basit bir haset duygusu sebebiyle mi? Bunu da mahkemede öğreneceğiz umarın. Aynı zamanda 2010-2015 arasında 3. Cumhurbaşkanı Sayın Dr. Derviş Eroğlu’nun siyasi danışmanlığını yaptığım sırada bu yalanlara neden müracaat etmediğini de anlatacak ümit ederim. O zamanlar da bugün diline doladığı kitaplarım mevcuttu zira. Acaba bir yerlerden kendisini bu göreve atayanlar o zaman olmadığı için mi suskundu? Bu kadar yalanı, iftirayı kendisine yakıştırmış olmasının sebeplerini mahkemede anlatacak olmasını temenni ediyorum.

Ülkemiz kamuoyunda bu şahıs için genellikle “eski solcu” tabiri kullanılıyor. Bir zamanlar “solcu” kabul edilen çevrelerde dolaşmış. Şimdi de “milliyetçi” kabul edilen ortamlarda kendine ikbal arıyormuş. İlginçtir; eskiden yanaşmaya çalıştığı sol çevreler de bugün kapısını aşındırdığı milliyetçi çevreler de onu kendilerinden saymıyorlar. Hiçbir yerden kabul görmemiş olmak, bu kadar dışlanmak mı kendisini bu kadar saldırganlaştırıyor, bu kadar üslup yoksunu yalanlarla dolu o metinleri bu yüzden mi üşenmeyip şevkle kaleme almaya çalışıyor, işin o kısmı benden ziyade psikologların cevaplaması gereken bir konu sanırım.

Umuyorum bu mahkeme süreciyle hem ben hem de kamuoyu bu konularda aydınlanacaktır. Geldiğiniz, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Dava açılmış ve 24 Mart 2021 tarihinde mahkemede görülecektir”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu