KıbrısManşetSiyaset

Ne çabuk unutuyoruz ve eşit miyiz gerçekten..

Devlete en çok sahip çıkma edebiyatı ve söylemi içindeki kişilerin bu devletin uygulamalarında kişiye özel yapılan ayrımcılığı görmekten hepimiz bıktık usandık

Arada anımsamak, anımsatmak farz oluyor.

Bu kadar balık hafızalı olamayız çünkü.

Ercan ihalesini alan şirketin sahibini hepimiz hatırlıyoruz.

Hani şu o meşhur rüşvet hadisesi.

İşte o ihaleyi alan şirketin patronu dönem bakan olan birisinin (şu an yine bakan) kendisinden rüşvet istediğini iddia etmişti.

O bakan da karşı bir iddiada bulunarak o  şirket sahibinin kendisine rüşvet vermeye kalktığını söylemişti.

Ve karşılıklı iddialarla birbirlerini itham etmişlerdir.

Peki sonra ne oldu?

Hiçbir şey..

İddia sahibi patronun ikide bir devlete karşı olan sorumlulukları görmezden geliniyor, vergi borçları siliniyor, ya da öteleniyor vs..

İddia içinde yer alan siyasetçi de bakan yapılıyor.

Üstelik halkın iradesini yansıtmadığı halde!

Hoş söz konusu ihale bu firmaya  verildiği zaman muhalefette olan siyasi partiler ihaleyi fesh edeceklerini, dava açacaklarını, yolsuzluk olduğunu, halkın çalındığını falan söyleyerek seçim propaganda sürecini bunun üzerinden yürüttüklerini de biliyoruz.

Daha sonra bu kişilerin partileri hükümete geldiler, yetki aldılar.

Peki ne yaptılar?

Hiçbir şey..

Süreç aynen devam etti.

Ne ihalenin hesabı soruldu, ne de karşılıklı birbirlerini itham ettikleri  rüşvet iddiaları gerektiği gibi sorgulandı..

Bu iddianın tarafları ise ödüllendirildi.

Meclis tutanaklarına bile giren rüşvet olayının tarafları olan (UBP Hükümeti ve Taşyapı Şirketi) kendi aralarında bir şekilde mutabakata vardılar. Ve sanki salgın dönemi sadece bu şirket etkilenmiş gibi davrandılar. Üstelik aynı durumda olan işletmelerden bütün yükümlülüklerini yerine getirilmesi talep edilirken ve bu esnada  birçok işyeri kapanırken, çok sayıda insan işini, aşını kaybederken bu şirkete 1 yıl boyunca sözleşmede belirtilen ödemeyi ötelediler.

Hatta ödeme dediler..

Bu nasıl bir anlayıştır demekten inanın yorulduk.

Burada adil bir uygulama olmadığı gibi, mevzuatta olan  vergi  sistemi  ile ülkemizde vergilendirilmiş sermaye birikimi  yaratılmasının da mümkün olmadığını gördük.

Başka neyi gördük?

Bu anlamda sağlanması gereken adaletin söylemlerde değil eylemlerde olması gerektiğini gördük.

Hiçbir durum tabi ki sonsuza kadar kalıcı değildir.

Elbette koşulların makul kılacağı bir süre sonra düzlüğe çıkılacaktır.

Lakin devlet dahil hiç kimse ekonomik hayatın durduktan sonra aynı yerden aynı hızla başlamasını bekleyemez!

Hükümet bu anlamda plan program yapmadı.

Pandemi sonrası birçok işletmenin bir daha açılmayacak veya çalışamayacak duruma gelebileceğini de öngörmedi!

Dolayısıyla bu krizden en çok etkilenen işletmeler kendi kaderi ile baş başa bırakılırken, birilerine de muazzam  kıyaklar yapıldı.

Devlete en çok sahip çıkma edebiyatı ve söylemi içindeki kişilerin bu devletin uygulamalarında kişiye özel yapılan ayrımcılığı görmekten hepimiz bıktık usandık.

Ülkemize dair umutlarımızı yitirdik!

KKTC’yi  yönetenlerin sadece devletin halktan vergi toplayan bir kurum olmadığını, devlet içinde yaşayan ve faaliyet gösteren herkesin refahı için uğraştığını şiar edinmek gibi bir sorumluluğu varken, bunun bizim gibi sistemsizliği doğru sistem kabul edip bozuk düzeni besleyen coğrafyalarda  mümkün olamayacağını maalesef üzülerek görüyoruz..

Halk elbette yöneticilerine, devletine  güvenmek ister.

Ekonomi de haliyle güven ister.

Kriz yönetimleri güven telkin ettiği oranda başarılı olur.

Aksi karamsarlık her yanımızı sarar.

Nitekim de sarıyor..

Diğer Haberler

Başa dön tuşu