KıbrısManşetSiyaset

Cenevre’ye gider iken!

Şu anda Cenevre’ye gider iken; ne istediği konusunda ciddi kaos ve karmaşa yaşayan tek grup Kıbrıslı Türklerdir…

Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur!

Biz Üsküdar’a gitmiyor, Cenevre’ye gidiyoruz…

Ve Cenevre’ye gider iken ya da giderken; yağmur olup olmaması da hiç mi hiç ilgilendirmiyor!

Ama, siyasi pozisyonlar, acayip ilgilendiriyor!

-*-*-

İstikrarlı, ne istediğini bilir ve birlik olarak orada olmak önemli mi?

Sanırım çok önemli!

-*-*-

“Bu kadar zamandır sürdürülen müzakere sürecinde birlik mi vardı da şimdi birlik arıyorsun Serhat?”

Bu sorunun yanıtı şudur:

“… Evet, en azından görüntü birlikti!”…

Yani her türlü siyasi çekişmeye rağmen, “Türk tarafı” dediğimiz “Türkiye ve KKTC’den oluşan taraf”; “bir” olarak müzakerelerde endam eyliyordu!

Şu anda öyle değil!

-*-*-

Bence şu anda, Türk tarafının pozisyonunda ciddi bir “kaos” var…

Ve bu kaos, hayra alamet olarak değerlendirilemez.

Oturup konuşmak, anlaşmak ve uzlaşarak Cenevre’ye gitmek gerekir inancındayım!

-*-*-

Kaosun sebebi ne?

Gayet açık!

Yazmaya gerek var mı?

Sanmıyorum…

-*-*-

Sene 1878…

İngilizler Ada’yı Osmanlı’dan kiralamış…

Ülkede en güçlü kurum Ortodoks Kilisesi…

Bu kilisenin dini ve de siyasi toparlayıcılığı çerçevesinde, 1820’lerde Yunanistan’da başlayan “Osmanlı – Türk” karşıtı ayaklanmalar; Kıbrıs’a da dini bağlarla sirayet etmiş durumda…

Mesela 1940’lı yılların sonlarına doğru, ülkedeki ilk siyasi cinayetin “Karmi” köyünde işlendiği iddia edilir.

Bıçaklanarak yaralanan kişi, Kazafanalı bir zaptiyedir.

Veya Kazafana’da yaşam süren bir Osmanlı zaptiyesi…

Yaralı zaptiye atının üzerine bağlanır; at gece yolu bulup Kazafana’ya kadar gelir ama yaralı zaptiye ölmüştür…

-*-*-

Ada’daki “Müslüman ahali”, hiçbir zaman, Ortodoks ahali kadar örgütlü olmaz…

1914’te İngilizler, “Aldık bizimdir gayrı” dediklerinde de, 1923’te Lozan’da TBMM Yönetimi, “verdik sizindir” dediklerinde de Rumlar örgütlüdür…

1931’deki isyanda ne istediklerini bilirler…

1945’ten sonra yanlarına güçlü komünistleri de çekmeyi başarırlar…

Tek hedefleri vardır; Enosis!

-*-*-

Peki Kıbrıslı Türkler?

Kıbrıslı Türkler örgütsüzdür…

Örgütlenme cılızdır…

Kıbrıslı Türkler arasında “Osmanlı’ya iade” veya “Taksim” gibi fikirler; 1957’de filizlenir; 1958’de resmen fidanlaşır artık hedef bellidir; “istirdat!”…

-*-*-

Nedir “istirdat?”…

TMT’nin hedefidir…

Ada’nın, eski mülk sahibine iadesi…

Veya, Ada’nın, eski mülk sahibi olan Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’ne verilmesi…

Sonra’dan “en azından yarısı” uygun görülür ve adına da “Taksim” denir…

-*-*-

Sene 1960; İngilizler, “kendilerine gerekli olanı alıp”; “başınızdan beytambal kalsın” anlaşmalarını da yaptırtıp, Ada’yı “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” devreder…

Devreder devretmesine ama alttan alttan da Amerika ile birlikte ektikleri “düşmanlık” tohumlarının iyi ağaç olması için beslemeye, ilaçlamaya veya kışkırtmaya hep devam eder…

İngilizlerin aslında Kıbrıs ile ilgili istediği bir şey kalmamıştır.

Çünkü, muhteşem ve yeterli iki büyük üsleri, dinleme tesisleri, diledikleri noktalarda Amerika ile paylaştıkları merkezleri vardır.

-*-*-

Peki Rumlar?

Rumların Enosis hayali hiç bitmez…

Peki Kıbrıslı Türkler?

Onların da Taksim hedefi hiç küçülmez!

Derken 1963’te beklenen gerçekleşir; ortalık karışır, 1964 yılının Mart ayı başlarında devreye en resmi haliyle BM kısa adı ile bilinen Dünya’nın en gereksiz “varlığı” karışır…

-*-*-

Rumların veya Kıbrıslı Türklerin hedefleri değişir mi?

İlk defa Rumlar içinde, “Enosis”ten uzaklaşmalar başlar…

Türkler hala Taksim’dedir…

Enosis’ten uzaklaşmalar başladığı zaman; Yunanistan’daki Enosis’çilerle Kıbrıs’taki Enosis’çiler, 15 Temmuz 1974’te “haydi bu işi bitirelim” hatasına düşerler!

-*-*-

İkinci Dünya Savaşı sonrası “Sovyetler Birliği’ni Ada’ya sokmamak için” 1955 – 1958 yıllarında her türlü örgütlenme tedbirini, Enosis ve Taksim hayalleri içerisinde özümseten Amerikan önderliğindeki “Egemen oluşum”, 15 Temmuz hatasını çok iyi değerlendirip, Türkiye’ye, “Görevini yap” müsamahasını gösterir!

O müsamaha neticesinde de Türkiye 20 Temmuz 1974 sabahı Ada’ya çıkar…

-*-*-

Rumların o günden sonraki siyasetini belirleyenler Enosis’i terk etmek zorunda kalır…

Evet zorunda kalır!

Çünkü Ada’nın yarısı artık “kendi kontrollerinde” değildir ve o yarısındaki “mülklerini geri almak ve göç etmek zorunda kalan sahiplerine vermek”; “o mülkleri kullanmaya başlayan Türkiye’den getirilen nüfusu geri göndermek” ve “o mülkleri üzerinde askeri üstünlük sağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Ada’dan çıkarmak” gibi, “üç hedefe” odaklanır!

Zaten AB denen kuruma tam üyelik hediyesiyle birlikte – ki o hediye Türk Tarafı’nın başarısız dış siyasetinin hediyesidir – Enosis de bir şekilde gerçekleşmiştir.

-*-*-

Türkiye, 1974’ten sonraki yıllarda, artık 1878, 1923 veya 1960’lardaki ağır ağır pasiften aktife yükselen pozisyonunu; “en ağırlıklı aktör” pozisyonuna taşır. Baş aktör veya yıldız olur.

Bir yanda yasal olarak “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1960 durumuna geri döndürmek” gibi bir sorumluluğu olsa da; asıl hedef bundan çok farklı bir hedeftir ve o da “ben bir daha buradan ayrılmam”dır.

Rumların ünlü sloganı “sıkıya gel al”, şu anda Türkiye tarafından hiç dillendirilmese de, “sıkıya gel çıkar” noktasındadır!

-*-*-

Amerika; NATO’dan kadim dostu Türkiye’nin pozisyonundan aslında hiçbir zaman rahatsız değildir.

İngiltere’nin pozisyonunda “gıdım” değişiklik olmamıştır ve olmaması da az çok sağlanmıştır.

Yunanistan belki çuvallamıştır; Enosis bitmiş veya minik bir ahh çekmeye dönüşmüştür ama bu ülke tamamen dertsizdir.

Kıbrıslı Rumlar; evet toprak, mülk, mal, ev, bahçe, fabrika, otel, motel, kaybetmiştir; göç etmiştir ama 1964 Mart ayında elde ettikleri “avantaj” gereği, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin üzerine oturmuş, kısa sürede “Güney’de refahı yakalamıştır”.

Rumların dertleri daha çok, yukarıda da saydığım gibi “ruhani” dertlerdir…

Rum göçmenler evlerine dönecek; Türkiye’den gelen göçmenler geri gidecek ve Türk askeri çekilecek!

Bu ruhani taleplerini, mağdur karakterle Dünya’ya da çok iyi anlatmayı başarıp, gül gibi geçinmekte; çözüm mözüm işlerini de hep bu ruhani işlerle sürdürmektedirler.

-*-*-

Peki Kıbrıslı Türkler?

Kıbrıslı Türklerin mutluluğu, çok kısa sürmüştür…

1974 sonrasındaki ilk on yılda binlerce Kıbrıslı Türk göç etmiştir…

Türkiye’den binlerce göçmen getirilmiştir…

İskan skandalları, mal – mülk ganimeti hiç paylaşılamaz ama en önemlisi bu skandal ganimetçilik işi, Kıbrıslı Türkleri ve haliyle de Türkiye’yi ne yazık ki “işgalci – istilacı” gibi pozisyonlara sokar…

-*-*-

İki devlet kurar Kıbrıslı Türkler…

İkisi bir etmez ne yazık ki!

Tanınmaz…

Tanınması için de kimse girişim yapmaz…

Kısa sürede “KKTC” resmi adı verilen Kuzey Kıbrıs Coğrafyası, yasal anlamda “Türkiye’nin alt yönetimi”, gerçek anlamda da “Türkiye’nin arka bahçesi” olur…

-*-*-

Şu anda Cenevre’ye gider iken; ne istediği konusunda ciddi kaos ve karmaşa yaşayan tek grup Kıbrıslı Türklerdir…

Evet, Kıbrıslı Türkler ne istiyor?

Türkiye ile etle ve tırnağız, Türkiye ne isterse o mu?

E değil!

Bu noktada olmayan ciddi sayıda veya oranda Kıbrıslı Türk var!

Türkiye gibi düşünenlerin tuzu kuru da ötekiler?

Kaçsınlar mı?

Defolup gitsinler mi?

“E kimi, kimin vatanından kovuyorsunuz?” sorusu hiç mi yok?

-*-*-

Evet, bir ay kadar sonra Cenevre’ye gidiyoruz ve ne istediğimiz bilmiyoruz!

Egemen eşit iki devlet mi?

Yoksa federal çözüm mü?

Biz mi karar vereceğiz yoksa Türkiye mi?

“Türkiye ile ayrımız gayrımız olamaz!” diyenler de var tersini savunanlar da!

Sonuç!

Sonuç: Cenevre’den hiçbir şey çıkmaz!

-*-*-

Rumlar oradan geri döner, Kıbrıs Cumhuriyeti mis gibi ellerinde…

Türkiye’nin hiçbir şey umurunda değil…

Yunanistan’ın taaaa topuzuna…

İngiltere’nin üsleri oraşda…

Amerika’nın derdi mi vardı?

-*-*-

Kıbrıslı Türkler mi?

Sezen Aksu yıllardır söylüyor; “… İşte biz o gün, tükeneceğiz!”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu