KıbrısManşetYaşam

En önemli sanat eseri

Tolstoy’a göre en önemli sanat eseri hayatımızdır. Başka bir deyişle eser, hayatımızdan ne yaptığımızdır. Varoluşçu pencereden baktığımda, bu söylem bana göre derin anlamlar içeriyor. Doğadaki canlılar içinde büyümesi en zahmetli, en özen isteyen, en hassas varlık insan yavrusudur

Planıma göre yazının bitiş cümlesi olacaktı fakat başlığı oldu. Bu noktada zihnim bağımsızlığını ilan etti. Öyleyse yazıyı ters yüz edeceğim. Tolstoy’a göre en önemli sanat eseri hayatımızdır. Başka bir deyişle eser, hayatımızdan ne yaptığımızdır. Varoluşçu pencereden baktığımda, bu söylem bana göre derin anlamlar içeriyor. Doğadaki canlılar içinde büyümesi en zahmetli, en özen isteyen, en hassas varlık insan yavrusudur. Tayları, sıpaları, kuzuları, civcivleri düşünsenize.

Doğar doğmaz hareketlenir, bir şekilde başlarının çaresine bakmaya koyulurlar. Ama insan yavrusu, doğumunu takip eden ilk üç yıl özenli, titiz, bilinçli bir bakıma ihtiyaç duyar hayatta kalabilmek için. İlk yılında dünyaya uyumunu büyük ölçüde annenin varlığı üzerinden gerçekleştirir. Anneyle ayrılığı başarabildiği ölçüde de “ben” olmaya başlar. Burası, ayrılma ve bireyleşme dediğimiz kritik bir yol ayrımıdır.

“Biz” diyebilmek için önce “ben” diyebilmek gerekli. Bu kısmı biraz daha net ifade etmem gerekirse, hani kendine hayrı olmak ve topluma hayrı olmak meselesi. İşte tam da buradan başlıyor. Ayrılabilme, bireyleşebilme, özerkleşme, toplumsallaşma diyerek katman katman büyüyor insan yavrusu. Büyümeli de. Büyüyebilmeli. Rahmetli, büyük üstat, Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu hocam, benliğin gelişimi ile ilgili konuşmalarında şu örneği verirdi bizlere.

Yolda yürürken, sıklıkla şöyle davranan ana babalar görürüz. Yeni yeni yürümeye başlamış bir bebek, önden koşturuyor. Anne baba arkasında. Çocuklarına oyun olsun diye ağacın arkasına saklanıyorlar. Çocuk arkasına dönüyor bakıyor, basıyor çığlığı. İşte o anne babaya eğlence gibi gelen oyun, çocuk için korkutucu bir deneyim oluyor. Bu örnekten devam edecek olursak, …….yaparsan senin annen olmam, ……yaparsan küçüklerin olduğu sınıfa gidersin veyahut, ömrümü sana feda ettim türünden söylemlerle bu örnekler uzayıp gidebilir. Nereye gider?
Benliğe can kırıkları olarak iz bırakmaya. O halde başa dönelim. Özerk benliğin inşasına başlangıç noktamıza. Bu noktada bir başka büyük ustayı da anmadan geçmemek gerekir.

Türkiye’de ruh sağlığı alanına üstün hizmetleri olmuş Prof. Dr. Orhan Öztürk hocamız, Özerk Benlik Kul Benlik isimli kitabında biat toplumunun ruhsal kökenlerini irdelemiştir. Meraklı okurlara, çocuk yetiştiren anne babalara içtenlikle tavsiye ederim. Bireyden, topluma, merak eden, sorgulayan, eleştiren, yaratıcı, üretken özgür düşünen bir ülkenin temelleri işte o anneden ayrışabilen benliğin köklerinde saklıdır. Doktora eğitimim sürecinde Münih’te bulunduğum aylarda, gözlemlerim elbette akademik araştırmam ile sınırlı değildi. Kültürü de deneyimliyor, gözlemliyordum. Yetişkin yaşlarımda olmam ve uzunca bir süredir de kendimi eğitimin psikolojisi alanında yetiştirmeye çalışıyor olmama rağmen “çocuk yetiştirme” şemaları konusundaki kültürel farklılıklar beni fazlasıyla şaşırtıyordu.

En çarpıcı olanlarından iki örnek paylaşmak isterim sizlerle. Biri bizim kültürümüzde yaygın olan “çocuğun elinden tutma” alışkanlığının orada neredeyse hiç ama hiç olmaması. Bunu somut bir örnekle açıklayayım. Birgün, metroda, karşımda bir baba ve henüz bir yaşında olduğunu tahmin ettiğim çocuğu yan yana koltuklarda oturuyorlardı. Tren durağa geldi, durdu, bebek koltuktan yere zıpladı, kendi kendine açılan kapıdan gayet dengeli ve koordineli bir şekilde trenden adımını atarak tıpkı yetişkinlerin yaptığı gibi ilerledi. Babası da yanında. Burada çok basitmiş gibi görünen bu olgunun arkasında bir başka yazıda mutlaka değinmek istediğim çok etkili bir alternatif eğitim yaklaşımı var.

Şimdiden ipucu vereyim. Aralık ayının yazı konusu olacak. Diğer örneğim ise, okullarda öğretmenlerin elbette aile içinde de ebeveynlerin çocuklarla olabildiğince zengin bir sözlü iletişim içinde olmaları. Yani bol bol konuşma. Bu da zengin bir sözcük dağarcığı anlamına geliyor. Elbette, düşünen, sorgulayan, sorun çözebilen, mutlu, üreten bir özerkliğe giden yol, kaliteli ,özenli bir iletişimle dösenmiş taşlarla inşa edilebiliyor.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu