KıbrısManşetSiyaset

Evrodo veya insan müsveddesi olmanın dayanılmaz utancı!

Sevgili Ersan Saner, “hamasetten vazgeçelim; önce 13’üncü maaşları ödeyelim; sonra bizim de sadece stratejik amaçlar veya doğal kaynaklar maksadıyla beslenen zavallı insan müsveddeleri ya da Hasan Sertoğlu’nun dediği gibi “evrodo” olmadığımızı tüm Dünya’ya anlatalım...

“Russell Crowe bizim Manevi Babamız”: Dünyanın dört bir yanından gelen bağışlar Beyrut restoranlarının yeniden ayağa kalkmasını sağlıyor…

-*-*-

Bu upuzun başlıkla bir makale okudum…

Bel Trew adlı yazar kaleme aldı…

Lübnan’ı anlatıyor…

Ve çok güzel anlatıyor…

independent.co.uk/independentpremium makalenin yayınlandığı site… Türkçesi “Independent Türkçe”ye de çevrildi… Noyan Öztürk çevirdi…

-*-*- 

Yazıdan şu alıntıyı yapmak istiyorum:

Lübnanlı bir ailenin işlettiği küçük bir restoran olan Le Chef, birkaç savaşa rağmen 53 yıldır şehrin ünlü Gourand Caddesi’ndeki ana noktalardan biri. Sahibi Charbel Bassil yeni gelenleri babasıyla birlikte işe gitmek için kontrol noktaları ve bombardıman arasından nasıl yollarını bulduklarına dair hikayelerle ağırlıyor.”

“Ne var ki 4 Ağustos’ta, modern tarihin nükleer olmayan en büyük patlamalarından biri olan Beyrut limanı patlamasında restoran yerle bir olmuştu.”

“Charbel birkaç personel ve müşteriyle birlikte ağır yaralanmıştı. Salgın ve Lübnan’ın eşi görülmemiş mali çöküşü arasında sıkışan Le Chef kapılarını sonsuza dek kapatmak üzereydi. Ta ki Russell Crowe 13 bin kilometre uzaktan beklenmedik bir şekilde devreye girip 5 bin dolar (yaklaşık 39 bin TL) bağışlayana kadar.”

-*-*-

Yazı çok daha uzun, dileyen bulup okusun…

-*-*-

Evet, yakın komşularımızdan, bizi sadece 120 kilometre kadar bir denizin ayırdığı Lübnan çok kötü savaşlar gördü…

İnanılmaz ekonomik çöküşe girdi…

Derken, Bel Trew’in dediği gibi, “…modern tarihin nükleer olmayan en büyük patlamalarından birini yaşadı”…

Ve özellikle Beyrut’ta, bir dönem Dünya çapında ünlenmiş iş yerleri ama en başta da restoranlar; tam da bitecekken, bir çok ünlü insan buraya bağışlar yağdırmaya başladı…

-*-*-

Belli ki Beyrut’u, Lübnan’ı ve Dünya’nın en muhteşem mutfaklarından birine sahip buradaki kültürü “insani anlamda” çok sevmişler; “bitmesini” istemiyorlar…

-*-*-

Kıyas yapacak değilim…

Ama KKTC’den bahsetmem lazım…

“Siyasi olarak tanınmayı geçin”…

“Bir coğrafi mekan” olarak, Kuzey Kıbrıs vardır ve öyle ya da böyle, tüm zorluklarına rağmen, mesela “turizm” yapabilmekte; doğrudan olmasa da, “dokunmalı” bir şekilde, Dünya’nın her yerinden ülkeye turist getirilebilmektedir.

Ya da “getirilebilmekteydi”…

-*-*-

Yeterli miydi?

Elbette değildi!

Çünkü, “siyaseten tanınmış” olan “Kıbrıs adasının öteki tarafı”, turizmden fazlasıyla yararlanmaktaydı.

Biz, “çırpınmakla” birlikte, “akmazsa damlar”lardaydık ki “salgınla birlikte” onu da yitirdik.

-*-*-

Lübnan’daki patlama çok yıkıcıydı, çok acıydı.

Lübnan’ın yanında veya arkasında “Türkiye” de yok…

Ve Lübnan felaketi her anlamıyla yaşıyor…

Ancak bizim “durum”, Lübnan’dan hiç de iyi değil…

Kimse kusura da bakmasın…

-*-*-

Mesela Faiz Sucuoğlu’nun son açıklamaları, bu kötü durumu hiç açıklayamıyor ve Faiz bey sadece gereksiz ağlamalar yapıyor…

“Mağdurum da mağdurum” filminin izleyici çekmeyen timsah göz yaşları!

“En başta Ermeni dövülürken neredeydin ya Faiz bey” diyerek, Türk ağanın bahçesinden erik çalan Ermeni, Rum ve Türk üç arkadaşın yediği dayağı hatırlatmak istemiyorum elbette ama bu açıklamaları, çok geç kalınmış, “Niğde yolundaki eşek” hikayesine bağlamak gerektiği düşüncesindeyim.

Kısacası, “Geçti Bor’un Pazarı, sür eşeği Niğde’ye Faiz abi…” diyorum.

-*-*-

Faiz bey, o müdahaleyi veya ricayı veya “her neysaydıyı” yediği gün “haykırabilseydi”, eminim bu ülkede her şey çok daha değişik olabilirdi.

Şimdi konuşuyor olması, boşunadır.

Çünkü, zaten herkes herşeyi bilmektedir.

Fırtına dindikten sonra fırtınayı anlatmak, masal anlatmakla eşdeğerdir, uyku da getirir!

-*-*-

Peki ne yapmak lazım?

Mesela yeni başbakanımız, “… Madem ki onlar İsrail ve Mısır’la anlaşmalar yapıp sondaj faaliyetlerinde bulunabiliyorlar bizim de Türkiye ile antlaşmalar yapıp sondaj faaliyetlerinde bulunmamız yasaldır, uluslararası hukuka uygundur” gibisinden açıklamalar yapmamalıdır.

-*-*-

Mesela yeni başbakanımız ve “eski – yeni” dışişleri bakanımız, “… Herkes de biliyor ki Kıbrıs sorunun başlangıcı 21 Aralık 1963’te Kıbrıs Türklerinin ortağı oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silahlı saldırılar ve katliamlar sonucu atılması ve Birleşmiş Milletlerin 4 Mart 1964’ten bu yana saldırgan taraf olan Rum kesimini Kıbrıs’ın tümünün hükümeti olarak addetmesidir” gibi açıklamalar yayınlamaya ve tamamen iç siyasetle alakalı saçma sapan propagandaya girmemelidir.

-*-*-

Neden mi?

Çünkü, “KKTC’nin uluslararası antlaşmalar yapması yasal olmadığı gibi”; kimse de Kıbrıs sorunu şöyle başladıydı, böyle başladıydı, katliamlar olduydu”yla ilgilenmemektedir…

-*-*-

Sayın Başbakanım, sevgili Ersan Saner; “Lübnan’daki felaketler sonrası, oradaki esnafa bir nebze de olsun destek olmaya çalışan, mesela Russell Crowe gibi enternasyonal yıldızlar var mı Kuzey Kıbrıs esnafının da arkasında?”…

Mesele budur!

Yani mesele; bizim yıllarca sürdürdüğümüz ve yukarıda iki paragrafta da yer alan “… uluslararası antlaşma yapmak hakkımızdır ya da toplumlararası çatışmaları biz başlatmadıydık, Rumlar da bizi kestiydi” gibi hikayeler; kimse tarafından dinlenmemiştir; dinlenmeyecektir!

-*-*-

Düşünün ki Sayın Başbakan, İngiltere’de, Lordlar Kamarası’nda bizim destekçimiz olan iki adet “Lord” bulunmaktadır ve onların ikisi de “ırkçılıktan, homofobiden, gerici ahlaksızlıklardan” muzdarip, dinazorlardır!

-*-*-

Siyaseten haklı olduğumuzu veya siyasi haklarımızı Dünya’ya anlatmayı başaramadık!

Ama bunun da ötesinde, o kadar çok hatalar yaptık ki; insani açıdan da Dünya bizi hiç sevmedi, hiç yanımızda durmadı, hiç ilgilenmedi!

-*-*-

Russell Crowe’un Lübnan’da 60 yıllık bir restorana 5 bin Dolar destek ya da yardım göndermesinin maddi etkisi değildir önemli olan…

Önemli olan, bunca yıldır, bize yani Kıbrıs Türk toplumuna “insanca” destek verecek kimseyi kazanamamış olmamızdır.

Kısacası Sevgili Ersan Saner, “hamasetten vazgeçelim; önce 13’üncü maaşları ödeyelim; sonra bizim de sadece stratejik amaçlar veya doğal kaynaklar maksadıyla beslenen zavallı insan müsveddeleri ya da Hasan Sertoğlu’nun dediği gibi “evrodo” olmadığımızı tüm Dünya’ya anlatalım…

Tabii ki Faiz ve Hasan beylerle birlikte elbette!”

Çünkü eminim, en azından Faiz bey, gerçekleri artık daha iyi görmektedir!

Hala göremediyse, vallahi bardon!

-*-*-

İyi pazarlar sayın başbakanım…

Tahsin abime selamlar…

Hayırlı görevler dilerim…

İnşallah başarılı olursunuz…

Yürekten dilerim; “vallahi!”…

(Not: Son kelimeyi yazarken, klavyeye sol elimin parmakları ile vurdum, sağ elim Kuran’a basılıydı).

Diğer Haberler

Başa dön tuşu