KıbrısManşetSağlıkSiyaset

Gurbette ölüm ve eksiliş – hatta tükeniş!

O bir Limasol  sevdalısıydı; pek Girneli olmamıştı ama kesinlikle Dünya vatandaşıydı; bu yüzden belki de “gurbette ölüm” iddiamı okusa, “yörü be işine” diyebilirdi ama yine de gurbette öldüğünü duymak benim için inanılmaz bir acı oldu...

O bir Limasol  sevdalısıydı; pek Girneli olmamıştı ama kesinlikle Dünya vatandaşıydı; bu yüzden belki de “gurbette ölüm” iddiamı okusa, “yörü be işine” diyebilirdi ama yine de gurbette öldüğünü duymak benim için inanılmaz bir acı oldu…

-*-*-

Dün “sabah”, her “sabah” gibi, “sabah”ın köründe uyandım…

Ve her sabah yaptığım gibi, traş oldum, dişlerimi fırçaladım, duş yaptım falan derken giyindim, kahvemi içtim ve yine sabahın köründe günlük gazeteleri marketten alıp Kanal T’nin kapısını açıp içeri girdim.

-*-*-

Rutin olarak yaptığım işlerdendir, alarmı sıfırladım veya susturdum; sonra kravatımı taktım, ceketimi giydim, bilgisayarı açtım, gazetelere göz gezdirdim, akşamdan hazırlanmış notlarıma, varsa yeni notlar ekledim haliyle bu esnada, onlarca haber sitesine de göz gezdirirken, Haber Kıbrıs’ta şu haberi okudum:

“… Aslen Limasollu olup uzun yıllar Londra’da yaşayan Hüseyin Salih Özarda’nın (Gırık Hüseyin) cenazesi bu gece İngiltere’den Kıbrıs’a gelecek… Özarda’nın cenazesi yarın Yazicizade Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Karaoğlanoğlu Kabristanlığına defnedilecek…”

-*-*-

Haber, Salı akşamına aitti yani Gırık Hüseyin dün öğleyin Karaoğlanoğlu’nda toprağa verilecekti…

-*-*-

Gırık Hüseyin ile tanışıklığımız, 1980’li yıllara dayanır…

Limasollu…

Yaşını bilmiyorum ama “Be Hüseyin abi” dediğimde, “ne abisi be” diye tepki verirdi…

İçmesini, sohbet etmesini çok severdi…

Boyacıydı…

Ev boyardı…

Ve genellikle her gün akşam üzeri, Girne Limanı’nda, To Limani’ye gelirdi…

Yanında büyük olasılıkla Beyhan abi vardı…

Ve biralarını içip, geleni geçeni izler, sohbet ederlerdi…

O yıllarda, yaşantımız oralarda, sevgili Salih Günhan ve Erhan Başay ile birlikte geçiyordu…

-*-*-

Nil ablanın dükkanı vardı…

Nil Tahir…

Sabri Tahir’in kızı…

Sabri bey hayattaydı…

Lawrence Durrell’ın “Bitter Lemons” adlı muhteşem kitabında adı geçen “Sabri”ydi…

Ne Nil abla kaldı, ne Sabri Tahir…

Allah ikisine de rahmet eylesin…

-*-*-

Halil Sabbar, Halil dayımız ya da bilinen adıyla Halil Bozuk da gidenlerden ve dönmeyenlerden…

-*-*-

Canlı Balık hala yerinde…

Salih Günhan ve Reşat Günhan kardeşlerim de orada hala…

Allah onlara uzun ömür ve kolaylık versin…

Girne Limanı, Covid – 19’un en sert vurduğu nokta ki o da ayrı bir mesele…

-*-*-

Hasan Jack da oralardaydı… Hasan abi az daha yukarıda barını çalıştırıyor veya çalıştırmaya çalışıyor… Geçenlerde O da babacığını kaybetti; Arif Akbalıkçı’yı da Allah rahmet eylesin…

-*-*-

Kemal dayı da oradaydı…

Kemal Abdullah…

Sevgili gazeteci kardeşimiz Aral Moral, iyi ki dedesi Kemal dayının anılarını yazmış…

Kemal dayı, gerçek bir tarihti ve Liman’ın her zaman en eskisiydi…

Oralıydı, Girne’liydi ve Girne’yi en iyi bilendi…

Artık Kemal dayı da yok…

-*-*-

Peki ya Necmi abi…

Necmi Avkıran’ı da yitirdik…

En büyük kayıplardan…

-*-*-

Abdullah Onar beyefendi çok sık oralara gelen biriydi…

İşletmesi vardı oralarda…

Görür, saygı duyar, selam verir, selam alırdık…

Çok önemli bir mimar olduğunu bilirdik…

-*-*-

Ve Ramiz Manyera beyefendinin de limanda bir dairesi vardı…

Her zaman kibar, her zaman iyi insan…

Allah O’na da sağlık ve uzun ömür versin…

-*-*-

Biraz çalışır, biraz ortalığı izler, gözlemler dururduk…

Kimler gelmezdi ki o zamanlar limana…

Lefkoşa gençliği hep Harbour Club’taydı…

Ayyorgi gençliği ise Marine Club’ta…

-*-*-

Ve Gırık Hüseyin, 70’leri biz göremedik ama 80’lerin en renkli isimlerindendi…

Uzun sarı ve de kıvırcık saçları ile…

Şakaları ile…

Çok renkli bir karakterdi…

Ve CTP’liydi…

Ama “Birleşik Güçler”inden veya “sonradan gelenlerinden” değil; kökten…

-*-*-

“Gırık” lakabını aldığı ortopedik sıkıntısı sırasında, kendisine yeterli sağlık hizmeti verilmediği gerekçesiyle “Girne’den Lefkoşa’ya tek başına protesto yürüyüşü” düzenleyen biriydi…

O yıllarda Ledra Palace’ta iki toplumlu etkinlikler pek yoktu.

Bunlardan bir tanesine gitmiştik.

Oteldeki etkinlik bittiğinde, Türkler kapıdan çıkıp sola dönüyor ve KKTC’ye giriyordu, Rumlar ise sağa dönüp kendi taraflarına geçiyordu.

Hüseyin abi da sapa dönenler arasındaydı.

“Abi nere?”…

“Limasol’a! Ne be ben Limasollu değilim? Gideyim bir göreyim da gene dönerim” demişti…

-*-*-

CTP’nin Alevkayası’nda bir pikniğini de hatırlıyorum…

Sevgili Salih Usar, bir elektrik uzatma kablosuna ihtiyaç olduğunu söylemişti…

Ve Hüseyin abinin evde böyle bir uzun kablo vardı…

Alevkayası’ndan benim sarı renkli Suzuki 410 küçük arabama binmiştik… Üstü açıktı. Hüseyin abi arka koltuktaydı ve koltuğun arka kısmına oturmuş, elinde bira şişesi ile yola koyulduk…

Önde benle birlikte sevgili Can Aygın vardı…

Hafif hızlı gidelim derken, KKTC’nin yollarında ne yazık ki hiç eksik olmayan langufalardan birine düşünce, araç sekmiş ve Hüseyin abi yere düşmüştü…

Fark edip durana kadar en az 500 metre gitmiştik ve çok gülmüştük…

-*-*-

Derken Londra…

Girne yıllarından sonra, aynı dönemde ikimiz de Londra’ya gittik…

Çok farklı konuşma tarzı vardı ve kesinlikle bilgi deposuydu, yine kesinlikle anarşist bir ruhu vardı…

Edmonton’da, aslen Evdimli berberimiz Turgay’da buluşurduk…

Ve sohbet ederdik…

Bu ülkeyi yönetenlere hep küfrettiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

İktidara kim gelirse gelsin, O hep muhalefetteydi çünkü “iyi yönetim göremiyordu”…

-*-*-

2008’de Londra’dan ayrıldım… Sonra bir ya da iki kez gördüm…

Saçları az dökülmüştü ama modeli aynıydı…

Beyaz pantolon, beyaz gömlek ve rengarenk yeleği üzerindeydi…

“Keyfim yerinde” demişti…

Ölüm haberini almak acı verdi.

Bir daha eksildik!

Hem de ne eksilme!

Yukarıda saydıklarımla birlikte, çok acı veren eksilişlerdir bunlar…

Tükeniştir bir anlamda…

Ve en çok merak ettiğim soru: Siz de üzülüyor musunuz sevgili hükümet?

Diğer Haberler

Başa dön tuşu