GenelKıbrısManşet

Kapanmayan yaraların izinde bir ekip…

Uzmanlar “bir yakınının ölümü, hayattaki en büyük travmalardandır” diyor. Ancak kayıp yakınları çok daha ağır bir travmayla baş etmeye çalışıyor. Onlar sevdiklerinin başına ne geldiğini bilmeden, yıllarca hiç dinmeyen bir acının pençesinde kalıyor… Sevdikleri belki bir gün döner umuduyla her gün onun en sevdiği yemeği pişiren de var, pencereye bir mum yakıp evin yolunu bulmasını ümit eden de…

Uzmanlar “bir yakınının ölümü, hayattaki en büyük travmalardandır” diyor. Ancak kayıp yakınları çok daha ağır bir travmayla baş etmeye çalışıyor. Onlar sevdiklerinin başına ne geldiğini bilmeden, yıllarca hiç dinmeyen bir acının pençesinde kalıyor… Sevdikleri belki bir gün döner umuduyla her gün onun en sevdiği yemeği pişiren de var, pencereye bir mum yakıp evin yolunu bulmasını ümit eden de…

“Kayıp” yakını olma durumu “sonu olmayan, acı verici bir bilinmezlik” şeklinde açıklanıyor. İki toplumlu Kayıp Şahıslar Komitesi (KŞK), bu bilinmezliğin verdiği acıyı dindirmek için çalışıyor. Komite 1963-64 yılları ve 1974’te kayıp edilen insanların ailelerine, sevdiklerinin akıbeti hakkında bilgi vermek, kayıp edilen bu kişilerin düzgün şekilde defnedilmesini sağlamak için hassasiyet, özveri ve dikkatle elinden geleni yapıyor.

Komitenin çalışmaları sonucunda kimliklendirilen kişiler sıkça haberlere konu olsa da hem fiziksel hem de duygusal açıdan zorlayıcı bir iş yapan KŞK çalışanları gündemde pek yer almıyor.

İki bölümden oluşan bu röportajda TAK muhabirine konuşan KŞK KIbrıslı Türk üye ve ekibi, yıllardır devam eden çalışmalarının arka planını ve detayları paylaştı.

Müftüzade kayıp listesinin hazırlandığı günleri anlatıyor…

Biri Kıbrıslı Türk, biri Kıbrıslı Rum biri de Kızılhaç Uluslararası Komitesi tarafından seçilmiş ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından atanmış üç üyesi olan Komite’nin Kıbrıslı Türk üyesi Hakkı Müftüzade… Müftüzade, aynı zamanda deneyimli bir diplomat. Komitenin şu anki resmi kayıp listesinin oluşturulmaya çalışıldığı 1989’da KŞK’nın Kıbrıslı Türk üyesi Rüstem Tatar’ın asistanlığını yapmış, konuya hâkim bir isim, Rüstem Beyden çok şey öğrendiğini, onun titiz çalışmalarından büyük tecrübe edindiğini vurguluyor Müftüzade, O’na çok şey borçlu olduğunu söylüyor.

Meselenin daha siyasi şekilde ele alındığı o günleri “Çok zorlu şartlarda çalışıyorduk” diye anımsıyor. Sürecin 1981’de, Birleşmiş Milletler uhdesinde Kuzeyde ve Güneyde aynı anda birer ofis kurulması ve bu ofislere iki tarafın lideri tarafından birer üye atanmasıyla başladığını anlatıyor. BM’nin de bir üye atadığı bu oluşum Ledra Palace’ta toplantılar yaparak ortak bir kayıp listesi oluşturmaya çalışmış ama bu 1990’ların sonuna kadar başarılamamış.

Müftüzade’nin “kayıp” kavramıyla şahsen karşılaşması ise ilkokul dönemlerine rastlıyor. 1964’te ilkokul öğretmeni Ülker Kansoy’un eşinin Lefkoşa’ya gitmek üzere evden çıkıp bir daha dönmemesi, öğretmeninin yaşadığı üzüntü ve bekleyiş hâlâ aklında. Öğretmeninin eşinin kalıntıları 2016 yılında Lefkoşa Limasol yolunda dağlık bir bölgede ormanlık arazide bulunmuş.

Şu anda, kayıp listesinde yer alan 1,510’u Kıbrıslı Rum, 492’si Kıbrıslı Türk olmak üzere 2002 kişi bulunuyor. Bu listeye öldüğü bilinen isimler girmiyor. Şahsın kayıp sayılması için son olarak canlı görülmesi gerekiyor.

“Bugün artık insani boyut ön planda”

Müftüzade listenin hazırlandığı dönemdeki gerginliğin geride kaldığını ifade ediyor, bugün artık insani boyutun ön planda olduğuna işaret ederek, daha ılımlı bir ortamın hâkim olduğunu söylüyor. Sonuçta komite şu anda tamamen bilimsel çalışma yürüten bir pozisyonda.

Bahsedilen bilimsel çalışmalar 2006 yılında başlamış. Müftüzade, o dönemde adadaki ekiplerin bu çalışmaları lokal kapasiteyle yapıp yapamayacağından şüphe edildiğini anlatıyor. Ancak geçen zamanla KŞK ekibi, aldığı eğitimler ve elde ettiği deneyimlerle artık dünyanın farklı ülkelerinde benzer çalışmalar yapanlara yol gösterecek noktaya gelmiş…

“Görevimiz Kıbrıs sorununu çözmek değil, kalıntılara ulaşarak ailelere teslim etmek ki iki toplum arasındaki güven artsın…”

Komitenin görev talimatında çalışmaların tamamen politikadan arındırılmış şekilde yapılması gerektiğini vurguluyor Müftüzade: “Hiçbir şekilde birbirimizi suçlamayız, demeçlerimize dikkat ederiz, Kıbrıs tarihini tartışmayız… Görevimiz Kıbrıs sorununu çözmek değil, kalıntılara ulaşarak ailelere teslim etmek ki iki toplum arasındaki güven artsın…”

Demet Karşılı: “Sevdiğini bekleyen insanlara bir cevap verebilmek… Benim için en değerli kısmı bu”

Müftüzade’nin, oldukça deneyimli iki de yardımcısı var. Bunlardan biri arkeolog Demet Karşılı…

Sevdiği mesleği yapabilmek adına, ailesinin isteğiyle girdiği Öğretmen Akademisi sınavlarından bilinçli olarak düşük puan alan Karşılı için arkeoloji bir tutku. KŞK’da yaptığı iş daha çok adli arkeoloji de olsa, eğitimi tarih öncesi döneme odaklanıyor. Karşılı, bu ikisi arasında önemli benzerlik olduğunu anlatıyor:

“Tarih öncesi arkeolojide elimizde yazılı bir hikâye yoktur. Var olan malzemelere bakarak, aynı dönemlerde yaşanan olaylarla karşılaştırarak bir hikâye oluşturmak gerekir… Neredeyse bulmaca çözmeye benzer bir durum… Adli arkeolojide de durum az-çok böyledir. Elinde kanıtlar vardır ve senin onları değerlendirerek bir hikâye kurman gerekir. Ben de bu şekilde bilinmezleri çözmeyi seviyorum… Bunlar yanında KŞK’da işin ciddi bir insani boyutu da var… Sevdiğini bekleyen insanlara bir cevap verebilmek… Benim için en değerli kısmı bu…”

Eğitiminin ardından İrlanda’da arkeolog olarak çalışmaya başlayan Karşılı’ya KŞK’daki iş hakkında babasından telefon gelmiş… O günlerde yaşananları şöyle anımsıyor Karşılı:

“Babam, AB ülkelerinde çalışma deneyimi olan Kıbrıslı Türk arkeoloğa ihtiyaç var dedi. O dönem bu tanıma uyan benden başka birisi yoktu… İlk cevabım ‘Ben burada mutluyum… Adli bilimler de okumadım… İkisi çok farklı işler’ oldu… Israrlar üzerine gelip görmek için adaya geldim… Babamın ‘Sen bu ada için bir şeyler yapmak isten ve bu adanın en büyük sorunlarından biri kayıplar… Şu an da bir şansın var, mesleğini yaparken adaya katkın olacak’ demesiyle ikna oldum ve döndüm… İlk kurulan ekip 6 Kıbrıslı Türk 6 Kıbrıslı Rum’dan oluşuyordu. Hiçbirimizin adli bilim geçmişi yoktu ama hedefimiz aynıydı ve içimizde büyük bir heves vardı. Yurt dışından bu konuda bilgi ve deneyime sahip kuruluşlardan bilir kişiler, üniversitelerden akademisyenler getirttik… İlk iki sene hem kazılara gittik hem de dünyada bu işi yapan insanlardan sertifikalı eğitimler aldık… Tabi 16 sene sonra anladık ki, her ülke her toprağın kendine ait sorunları ve çözümleri varmış… Adli bilimlerde tecrübe çok önemlidir. Öyle ki şu an Gürcistan kazılarına arkeolog yollayacak, başka ülkelerdeki ekiplere destek verecek noktaya geldik.”
120 çalışan, aynı anda 8 farklı noktada kazı yapıyor…

KŞK’nın iki toplumlu ekibinde bugün 120’ye yakın çalışan var. 8 kazı ekibi aynı anda adanın 8 farklı yerinde kazı gerçekleştiriyor.

Peki Demet Karşılı için nasıl bir iş bu? “Tabi ki zor bir iş ama tüm süreçlerden sonra bir aileye yakınını teslim edebilmenin verdiği mutluluk hepsine değer. Üstelik bu iş sadece yaşayan kişiye sevdiğini teslim etmekten de ibaret değil… Bulduğunuz kişi sizinle konuşamasa da o da bir bireydir ve ailesine kavuşmak ister…”

Karşılı, bu farkındalığa daha mesleğin ilk günlerinde, 2006’da Çamlıca’da yaptığı ilk kazısı sonrası ulaşmış. O kazıda 4 kayıp kişiyi bulmuşlar. İlk günlerde, antropoloji laboratuvarı henüz kurulmadığı için antropoloji işini de onlar üstleniyormuş. Bu aşamada ikişer gruplara ayrılarak bulunan kişilere ait kemikleri masaya dizmeleri gerekiyormuş. Demet de Poppy adında çok sevdiği, deneyimli bir antropologla eşleşmiş.

“Dedemin yaşında olması gereken bu kişinin çoraplarını ben çıkarıyorum…”

“Kemikleri tek tek çıkarıp dizmemiz gerekiyordu ve benim neredeyse hiç deneyimim yoktu. Birimiz sol birimiz sağ tarafı bütünleyerek dizmeye başladık” diye anımsıyor o günü. 18’lerinde biriymiş kemiklerini dizdikleri, ayakkabıları hâlâ ayağındaymış bulduklarında…. “Sentetik maddeler uzun zaman da geçse toprakta çözünmeden kalır. Ayakkabılar ve çoraplar da bunlardandır. Ayakta çok küçük kemikler bulunur ve çoraplar bu kemikleri muhafaza eder. O yüzden kazı alanında ayakkabılarıyla birlikte almıştık ayak kısmını. Ayakkabının içinden kahverengi tor bir çorap çıkardım masaya koydum…Poppy dönüp bana ‘kemikleri çıkar’ dedi. Çorabı açtım ve içinden tek tek kemikleri çıkarmaya başladım ama çok duygulandım o anda. Ağlayacağımı hissettiğim için tuvalete gittim ve orada kendime ‘sen ne yapan’ diye sordum… Geri döndüğümde Poppy neyim olduğunu sordu. ‘25 yaşındayım, kemik yaşı 18-19 olan ama yaşasa 70’lerinde olacak biri var karşımda. Evine dönebilse kendisi çıkaracaktı ayakkabılarını ama şimdi dedemin yaşında olması gereken bu kişinin çoraplarını ben çıkarıyorum’ dedim. Poppy’nin yanıtı ‘işini iyi yapabilmek için kendini kapatmak zorundasın’ oldu. O gün benim bu insanlara yardım edebilmek için işime sarıldığım gün oldu.”

Okan Oktay: “Duygularını katarsan olay bambaşka bir hal alır”

Sürecin önemli ayaklarından biri de antropoloji… Antropologlar, bulunan kemiklerin bir insana ait olup olmadığını ayırt edebiliyor…

Antropolog Okan Oktay da, Demet Karşılı’yla birlikte Müftüzade’nin iki asistanından biri. Antropolojide onu çeken en önemli unsur ekip çalışması yapılması olmuş. Mezun olduktan sonra bir süre gönüllü olarak Girne Kalesi’nin restorasyonunda çalışmış ve 2005 yılında KŞK’ya girmiş. O dönem kazı tecrübesi olan antropologlara ihtiyaç varmış. Çok uzun yıllar kazılarda yer almış Oktay…

Kazılarda en zorlandığı şeyin kazı yerine gelen ailelerin üzerlerinde yarattığı baskı olduğunu anımsıyor. Bir seferinde bu baskının yarattığı gerginlik nedeniyle az kalsın çöken bir kuyunun içinde kalmaktan zor kurtulduğunu anlatıyor.

KŞK çalışanlarının hepsi duygusal olarak çok zorlayıcı bir iş yapıyor. Oktay işine duygularını katmamaya çalışmak için elinden geleni yapıyor. “Ben de mesleki olarak her şekilde profesyonel düşünmeliyim çünkü duygularını katarsan olay bambaşka bir hal alır” diyor ve ekliyor:

“Benim gün içinde yaptığım işlerden, ailemin, çocuklarımın haberi yoktur”

“Benim gün içinde yaptığım işlerden, ailemin, çocuklarımın haberi yoktur… Gidip de evde duygusal durumumu anlatıp onların psikolojisini bozmak istemem… Çünkü kayıp yakınlarıyla çalışıyoruz ve ben her biriyle empati yapabiliyorum. Benimle aynı yıl doğan ve 1974’e kadar yaşayabilen insanları bulduk. Bununla empati yapmazsan insan olamazsın zaten. Öte yandan buna profesyonel yaklaşmazsam kendime de zarar veririm…”

Tabii bu empati sadece zorlayıcı değil, motive edici de… Oktay, kimliklendirilen kişileri ailelerine teslim etmenin mesleki tatmin açısından paha biçilemez olduğunu anlatıyor, “Kayıplarına ulaşıyorlar, başında dua okuyup çiçek götürebilecekleri bir yerleri oluyor” diyor, bunun eksikliğinin yarattığı acıyla empati yapabildiğini söylüyor.

Çalışmaların ilk gününden beri ekibin parçası olan Oktay, bilgi ve deneyimleri yeni ekip arkadaşlarına aktarmanın öneminin farkında ve bu konuda da elinden geleni yapıyor.

-Kazılarda son durum…

Kayıp Şahıslar Komitesi, 2005 yılından günümüze toplamda 1494 kazı gerçekleştirdi. 2002 kişilik kayıp listesinden 1188 kişiye ulaşıldı, bunların 1027’si kimliklendirildi. Sonuçta kayıplar sadece Kıbrıs’a özgü bir konu değil, dünyada savaşın ve çatışmanın olduğu her noktada kayıp edilen insanlar ve bu insanları bulmak için yürütülen çalışmalar var. KŞK’nın kayıplara ulaşma başarısı dünyadaki benzerlerine göre çok yüksek. Bu başarı benzer çalışmalar yapan başka ülkelerin de dikkatini çekiyor. Örneğin, 4 bin civarındaki kaybının sadece yüzde 2’sini kimliklendirilebilmiş olan Azerbaycan, deneyiminden yararlanmak için bir süre önce KŞK’ya başvurmuş…

Kayıp Şahıslar Komitesi şu anda 6’sı Kuzey’de 1’i Güney’de olmak üzere 7 kazı sürdürüyor. Güneyde Larnaka yakınlarında bulunan Trulli köyünde; Kuzeyde ise Gaziköy, Yeniceköy, Türkmenköy, Esentepe ve Zeytinlik’te, yaz sıcağına rağmen sistematik bir şekilde kazı çalışmaları devam ediyor.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu