KıbrısManşetSağlıkSiyaset

Lavoisier neden iki kez gözlerini kırptı?

Şahsi beklentimin ötesinde, toplumdan ricam, olası tartışmaların bilimselliği aşmaması gerektiği yönündedir. Örneğin federal çözümü talep etmenin enosise hizmet etmek olduğu saçmalığına girmemek gibi...

Hüseyin Yalyalı dostum dün Facebok’ta, başka bir yerden alıntı yaptığı şu yazıyı paylaştı; birlikte okuyalım:

-*-*-

“Fransız Kimyacı Lavoisier daha 51 yaşında iken, mahkeme giyotinle ölüme mahkum eder. Boynunun vurulmasını beklerken kitap okumaktadır. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için kitabın arasına bir ‘kitap ayracı’ koyar.

Lavoisier, giyotine giderken Matematikçi arkadaşı Langrange’i yanına çağırır;

‘Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte demektir’ der.

Kafası giyotinle kesilir, sepete düşer ve gülerek iki kere göz kırpar. Bunun üzerine matematikçi Langrange şöyle der;

‘Lavoisier’in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir.

-*-*-

Önce bilim…

Sonra uydurun, sallayın, dilediğinizi söyleyin…

Ama önce bilim…

-*-*-

Gelin, “Kıbrıs’ta egemen eşit iki devletli çözüm istemek” meselesine bir bakalım…

Bu talepte bulunmak, bunu istemek bir suç mudur?

Elbette değildir!

Bu talepte bulunan insanlar benim düşmanlarım mıdır?

Kesinlikle hayır!

Gerçi, onlardan çok farklı düşündüğüm için “ben ve benim gibileri” her zaman “düşman” gördükleri gayet açıktır ama bunu da en iyi ihtimalle “muhafazakarlıklarına” vermiş olayım!

-*-*-

Kıbrıs’ta egemen eşit iki devlet istemek bir haktır, bir görüştür ve kesinlikle saygı duyarım!

Ama “siyaset bilimi” açısından, zemininin uygun olmadığını bilerek bunu talep etmek; yine en basit anlatımla “başka bir oyun içeriyor” anlamına gelmektedir.

-*-*-

Zemin neden uygun değildir?

Çünkü imza atılan anlaşmalar var olduğu sürece; Kıbrıs Adası üzerinde “taksim” ya da “enosis” yasaktır.

“Egemen eşit iki devletli çözüm” de tek kelime ile Taksim’dir!

-*-*-

Peki, en kısa ifadeyle “Kıbrıslı Rumların tek başlarına yani bizsiz AB üyeliği” de yasak değil miydi?

Doğrusu bu soruyu bekliyordum!

-*-*-

Hemen açıklayalım; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “öteki” toplumu olan Rumlar eğer kabul ederse elbette “egemen eşit iki devlet” de bir “nebze” mümkün olur ki toprak ve mülkiyetle alakalı “bireysel” sorunlar bunu o “nebze”den çok daha ciddi sıkıntı olur!

Yani, “sana ait olmayan topraklar” meselesi, mutlaka çözülmesi gereken bir meseledir.

Ve ayrıca Kıbrıslı Rumların AB üyeliğine “tarafımızca” müsaade edilmiştir…

O üyeliğin karşılığında, AB’den çeşitli “hediyeler” alınmıştır!

Bu hediyeler ne midir?

Canım, tam üyelik müzakerelerine başlamak v.s. gibi…

-*-*-

Önce bir kez daha şunu hatırlatalım; Türkiye’nin imzasının bulunduğu anlaşmalar (Örneğin Garanti Antlaşması) Kıbrıs Adası üzerinde “egemen eşit iki devlet” iddiasının “hukuki” yani bir anlamda “bilimsel” engellerinden en başta gelenidir.!

-*–

Peki, Türkiye Cumhurbaşkanı, Yardımcısı ve bizim cumhurbaşkanımızın çıkışları nasıl açıklanır?

Vallahi en akla uygun açıklama, “diplomatik tavır” olabilir.

Veya “diplomasi taktiği” de diyebiliriz.

-*-*-

Bir de diplomatik tavır ya da taktiğin çok ötesinde, “bilimin ve aklın kabullenmekte zorlanacağı bir çeşit cesurluk” da diyebiliriz ki zaten, “egemen eşit iki devlet” modelini son bir kaç gündür savunan üst düzeyde “çılgın Türkler” tanımı; bu cesurluğu yapabilecek potansiyelin var olduğu anlamını taşımaktadır.

-*-*-

Elbette, Kıbrıs sorunu adına “egemen eşit iki devlet” modeli de “bir çeşit çözüm modeli”dir…

Şimdi bu konuda Rum tarafının ve bilimum öteki tarafların “asla kabul edilemez” şeklindeki görüşü ortadayken, kendilerine “yok canım, gelin masada bunu konuşalım” demeye kalkmak akıl – mantık veya kısaca “bilim” içermeyen bir tavır olur…

-*-*-

Kaldı ki, bu konuda son kararı, “siyasetçiler” değil, “halk” verecektir, referandum kaçınılmaz olacaktır.

Haliyle, önümüzdeki günlerde Kuzey Kıbrıs’ta bu konuda siyasi hareketlilikler yaşanacağı mutlaktır…

-*-*-

“Egemen eşit iki devlet” talebi, yeni bir talep değildir.

1990’lı yıllarda da var olan bir taleptir.

Ve cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Ersin Tatar’ın sıkça dile getirdiği bir “model”dir.

Tatar’ın bunu masaya getireceği, seçim öncesinde bilinen bir konudur.

Ayrıca ayıptır söylemesi, bir önceki Cumhurbaşkanı da, karlı dağlardaki son müzakere panayırları sonrasında, “… bizim nesil federasyonu tartıştı olmadı, yapamadık, artık yeni şeyler konuşalım” anlamına gelen laflar söylemiş biridir…

-*-*-

Ve şu anda diyorum ki; bu konuyu ayrıntılı ve uluslararası görüş takviyeli bir biçimde tartışmak; kavga yerine uzlaşı yoluyla çözmek, beklentim olmakla birlikte; ne yazık ki iki tarafın da “olmasın daha iyi” şeklinde özetleyebileceğim görüntüsü, o yönde bir gidişat yaşanmayacağını sergilemektedir.

-*-*-

Şahsi beklentimin ötesinde, toplumdan ricam, olası tartışmaların bilimselliği aşmaması gerektiği yönündedir.

Örneğin federal çözümü talep etmenin enosise hizmet etmek olduğu saçmalığına girmemek gibi…

-*-*-

Neden mi?

Çünkü federal çözümü Rum tarafına ve Dünya’ya kabul ettiren, Türk tarafıdır ve Türk tarafının en etkili aktörü Rauf Raif Denktaş, herhalde “enosise hizmet etti” şeklinde suçlanacak biri de olmamalıdır…

-*-*-

“Efendim, zaten Rauf Denktaş’ın gönlünde yatan egemen eşit ya da etnik temele dayalı bağımsız bir devletti” diyenleri işitir gibiyim!

Hayır öyle değildi!

Rauf Denktaş, önceleri kesinlikle Taksimciydi yani Ada’nın yarısının Türkiye’ye bağlanması taraftarıydı; sonrasında da bu görüşünün pek değiştiğini düşünmüyorum…

-*-*-

Ama “bilimle” meseleye yaklaşıp, duygusallıktan uzak olayı değerlendireceksek; “federal çözümün en önemli mimarı kesinlikle Rauf Raif Denktaş’tı” ve Denktaş’a, “Enosise hizmet eden biri” diye bakıyor duruma düşmek; komik bile olmaz!

-*-*-

Evet efendim…

Sevgili çılgın kardeşlerim…

Tartışalım…

Bel altı vurmadan…

Eğitimli maymunlar gibi değil; bilimin, hukukun, adaletin, dostluğun ve barışın ışıkları altında tartışalım…

-*-*-

Doğrudur; belki kendilerince veya dostlarına göre ya da Dünya’nın kabul ettiği çizgiler içerisinde “haklı olabilirler” ama Rum tarafı bizi eşit görmek istemiyor…

Doğrudur; Rum tarafı bizimle siyaseti, mülkiyeti, toprağı, kimliğini, tanınmışlığını, kazanmışlıklarını, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni paylaşmaya yaklaşmak veya yanaşmak niyetinde değildir.

Ama, bu gerçeklere ve gına gelmişliğe rağmen, “biz çılgınız” diyerek; bile bile bıçağa yumruk atmış da olmamak lazım!

Çılgınlık değil, bilim, hukuk, mantık ve akıl önde olmalı…

Diğer Haberler

Başa dön tuşu