KıbrısManşetSürmanşet

Oğuz: Allah’a havale ediyorum

Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Dursun Oğuz, lafı hiç uzatmadı, Asrın Projesi’ne, “Asrın Rezaleti’ diyenler için şöyle dedi...

“BU SU GELMESE NE HALDE OLURDUK?” … “Asrın Projesi’ne, “Asrın Rezaleti’ diyenleri Allah’a havale ediyorum. Sürekli eleştirenlere, “Acaba bu su gelmese ne halde olurduk?’ diye sormak istiyorum. Bu projeyle insanca suyu kullanmayı öğrendik. 5 gemi için ihaleye çıktık. Bunların tutarı yaklaşık 700 milyona yakın gelecek. İhale ve keşif bedeli 518 milyon… Kimse size bu suyu getirmeye mecbur değil ama kendilerini KKTC halkı için mecbur hissediyor…”

“YARIN OLSA YİNE GİDER KOYUN KARŞILARIM” … “‘Koyun karşıladı’ diyerek eleştirilenlere güldüm, buna kızmam… Çünkü yaptığım işe saygı gösteririm. 41 yıl sonra bu ülkeye damızlık koyun geliyorsa ve bu ta İspanya’dan pandemiye rağmen bile gelebiliyorsa bundan gurur ve mutluluk duyarım. Yarın olsa yine yaparım. Bununla alay edenler emeğin ve üretimin kıymetini bilmeyenlerdir…”

“TERCİH SİZİN”… “Ülkenin su fakiri olmasından dolayı Türkiye’den suya ihtiyaç duyuyorsunuz.  Ya yağmur duası edip akiferlerin ve yer altı su kaynaklarının zenginleşmesini bekleyeceksiniz ya da arıtma veya başka bir yerden su desteği almak gibi çözümlere ihtiyacınız var. Türkiye’den su gelmeseydi Güzelyurt’taki tuzlu suyu kullanacaktık…”


GIYNIK ÖZEL – GİZEM ÖZGEÇ’İN RÖPORTAJI

“ASRIN REZALETİ DİYENLERİ ALLAH’A HAVALE EDİYORUM”

SORU: En güncel konumuz su. Bu asrın projesi dallandı budaklandı. Memlekette su kıtlığı ve endişe var. Bununla ilgili düşünceniz nedir? Bu süreç nasıl devam edecek?

OĞUZ: Asrın rezaleti diyenleri Allah’a havale ediyorum. Merak edenler bunu biraz araştırsınlar. Siyasi anlamda sevmeyebilirler ama görüntülere baksınlar da ona göre yorum yapsınlar. Ben de gitmeden görmeden bana görüntüler atıldı ve izledim. Hava hafif serinlemeye başladı ama denizin bir üstü, bir altı bir de 24 saat çalışma koşulları var. Gerçekten bu bir asrın projesi ve hatta belgeselidir aslında. Bu arıza denizin 250 metre derinliğindeki bir borunun sabit noktadan çıkmasıyla oluştu. Bununla ilgili Ocak ayında keşif yapıldı, ihaleye çıkıldı ve bugünlerde de bitmesi bekleniyor. TC hükümeti tarihi 25 Eylül olarak açıkladı ancak önceki gün fırtınadan dolayı denizde 3 gün çalışma durdu ki 3 buçuk metre boyunda dalgalar vardı. Çalışmalar bu sabah yeniden başladı. Tarih verilemiyor çünkü bu 3 günlük kayıp büyük bir kayıptır. Bu elde olmayan nedenlerden ötürü yaşanmış bir durumdur. Ben çalışma alanıyla ilgili sürekli bilgi alıyorum. ‘Bu su neden geldi’ diye soranlara acaba bu su gelmese ne halde olurduk? diye sormak istiyorum. Bu su gelmeseydi KKTC ne olacaktı? Yıllarca aküferlerden su çekildi ve bunu biz halkımıza verdik. Biz şimdi gerçekten suyu gördük ve insanca suyu kullanmayı öğrendik. Biz açıklama yaparken bu suyun bize Ağustos’a kadar yeteceğini söylemiştik ama deniz koşulları nedeniyle gecikmeler olabiliyor.

“TÜRKİYE SEFERBER OLDU”

“Biz tamir işlemlerinde görev yapacak 5 gemi için ihaleye çıktık. Bunların tutarı yaklaşık 700 milyona yakın. İhale ve keşif bedeli 518 milyon. Bu su olmasaydı? Bu para verilmeseydi? Sorularını soracaksınız. Kimse size mecbur değil bu suyu getirsin ama birileri KKTC halkının yanında olduğunu hissettirmek ve göstermek için kendini mecbur hissediyor. Düşünün Türkiye’de sel oldu, deprem oldu, onları da pandemi kötü etkiledi ona rağmen bu kadar kısa sürede bizim için böyle bir kaynak yarattı. Hatta bir gemide çalışanlar malezya uyruklu. Malezya, kovid-19 nedeniyle yurttaşlarının yurt dışına çıkışını yasakladı ancak Türkiye Malezya’dan özel izinle bu teknik personeli alıp getirdi. Bunun yanı sıra bu 3 günlük hava kaynaklı sorundan ötürü 5 gemi çalışırken 6. gemiye de ihtiyaç oldu ve şu an 6. gemi de geliyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti, KKTC’deki bu su sorununu çözebilmek için seferberlik ilan etti. Onlar da çalışmaları saati saatine takip ediyor.”

“SU YOKSA VANANIN KİMİN ELİNDE OLDUĞUNUN NE ÖNEMİ VAR”

“Bu işin sadece bir yönü. Diğer yönü ise bizim elimizde neyimiz var? Veya vardı da vermedik mi? Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı’da dedi ki vanalar kimin elinde? Olmayan suyun vanası olmaz. Keşke suyumuz olsaydı da vananın kimin elinde olduğu tartışmasına girebilseydik. Muhalefette olup bizi eleştirenler ama hiçbir şey yapmayanlar da konuşuyor, yerel kaynak olarak ne yapmışlar onu sormak lazım. Ne yaptılar, sadece orada oturdular. Ama biz ne yaptık? Göreve geldiğimizde su sıkıntısını duyunca Serhatköy’deki eski Kumköy tesislerindeki ara hattı düzeltip, onu faaliyete geçirdik ve bugün ana su dağıtımımızın kaynağı Geçitköy’deki baraj. 15 bin tonluk suyu da biz oradan veriyoruz. Geçitköy’den 10 bin ton, 10 bin ton olarak su vermeye devam ediyoruz. Şebekeye verilen su 3’te 1’e düştü. Biz suyu direk kesmedik. Su akışı devam ediyor. Lefkoşa’ya %40 verebiliyoruz ama düzenli olarak su akışı var. Gazimağusa’ya da Gönyeli’ye de ve diğer bölgelere de peyder pey veriliyor. Lefkoşa’nın su kaynağı olmadığından Lefkoşa’ya su verilmesi oldukça önemli.”

“ZOR GÜNLERDE FIRSATÇILAR TÜREDİ”

“Öte yandan, belediyelerin kapalı kuyuları vardı, onlar da açıldı. Bunun yanı sıra yeni su kuyuları açtık ve belediyelere destek verdik. Yani biz de seferber olduk bu sorunun olmaması için ama biz bu girişimleri bugün yapmadık. Aylar öncesinden yaptık. ‘Bir şey yapmıyorsunuz’ diyorlar ya ben gösterişte değilim o yüzden yapmam gereken şeylerin reklamını yapmam gerekmiyor çünkü bu zaten benim görevim. Geleceği öngörebilmek ve ona karşı hazırlıklı olmak gerek. Bugünden itibaren inşallah havada değişim olmaz da su çok fazla gecikmeden yeniden verilir. Diğer konuya gelecek olursam, vatandaşın haklı isyanı var. 1 ton suyu 80 TL’ye satma bir fırsatçılıktır. Kimse kusura bakmasın ama bu zor günlerde bunu fırsata çevirmememiz lazım. Öyle bir toplum değiliz biz. Ama maalesef bunu fırsata çevirenler var. Biz de Ekonomi Bakanı ile konuştuk. Belki suyu denetimli mal ilan edip bir fiyat sınırlandırması yapabiliriz. Çünkü Mağusa’da 60 TL, Lefkoşa’da 80 TL, hatta çok zordaki insana 100 TL’ye su veren bile var. Ben herkesi sağduyulu olmaya davet ediyorum. Herkes hak ettiği fiyattan satsın. Bu zaman kenetlenme zamanı. Bazı yerlerdeki su kullanımını kıstık. Tarımsal alanlarda yapılan sulamalara kısıtlama getirdik. Bütün suyu halkın hizmetine sunduk ama bu süreci fırsatçılığa çevirmeden hep beraber atlatmamız lazım.”

“TÜRKİYE’DEN SU GELMEZSE, TUZLU SUYA TALİM”

SORU: Olmaz ama Türkiye ‘su yoktur’ derse ne yapacağız. Yani bugüne kadar neden hiçbir şey yapılmadı? Bu sizi rahatsız ediyor mu?

OĞUZ: Bu soru su varlığıyla ilgili bir durum. Eskiden olduğu gibi kuyu açarsınız ve ihtiyacınızı Türkiye olmadan da giderirsiniz ama adanın şu anda su fakiri olmasından dolayı Türkiye’den suya ihtiyaç duyuyorsunuz. Adanın dıştan kaliteli su alma şansınız yok. Ya, yağmur duası edip akiferlerin ve yer altı su kaynaklarının zenginleşmesini bekleyeceksiniz ya da arıtma veya başka bir yerden su desteği almak gibi çözümler arayacaksınız. Türkiye’den su gelmeseydi Güzelyurt’taki tuzlu suyu kullanmaya devam edecektik.

“BU TÜM ÜLKEYİ İLGİLENDİREN BİR SORUN”

SORU: Gerçek üreticiler ve hayvancılıkla uğraşan ama ikinci iş yapanlar var. Bunun ayrımı bir türlü yapılamadı. Nerede takılıyoruz?

OĞUZ: Bu soru tüm ülkeyi ilgilendirir. Devlet memurunun ikinci iş yapmamasıyla aynı durum söz konusu. Ya ikinci iş yasağı tamamen uygulanacak ki bu bizim ülkemizde bugüne dek mümkün olmadı, o zaman başka alternatifler gündeme gelecek ve ikinci iş yapanlara farklı bir vergilendirme sistemi uygulanacak. Tarımsal ve hayvansal faaliyetlerde bir çekilme var. Genç nüfusun katılımı çok az. Bazen öyle bir oluyor ki insanların buradan aldığı ücret yeterli olmuyor. O yüzden ikinci iş olarak bir iş daha yapıyor. Bu ülke topraklarında üretimin devam etmesi gerekiyor. Hayvansal anlamda da üretim yapılması gerekiyor. İşte konu o raddeye gelince teşviklendirme yapmak durumundasınız. Şu anki teşviklendirme doğru mudur? Bu konuda bir açılım yapılabilir ve yeni bir sistem getirilebilir. Gerçek üreticiyle hobi olarak yapılanların da ayrılması gerekiyor. Bu konular üzerinden siyaset yapılıyor ama icraatta bir şey göremiyorsunuz.

“KARARLIYIZ”

SORU: Hal yasası ne durumdadır? Siz bunu başarabilecek misiniz?

OĞUZ: Hal Yasası Ekonomi Bakanlığı ukdesinde olan ve Tarım Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nı ilgilendiren bir konu. Bu yasa Meclis Komitesi’nde şu an görüşülüyor. Tarım Dairesi’de bu çalışmanın içinde. Bu yasanın uygulanması gerekiyor ve bunun için de bir pilot bölge uygulaması üzerinde konuşuluyor. Tabi yasanın yürürlüğe geçmesi yeterli değil. Uygulanabilmesi için belli bir altyapıya ve tüzüğe ihtiyacı var. Onun için de belli bir süre gerekiyor. Yarın biterse hemen uygulanabilecek mi? Hayır. Ama hal yasası çok önemli. Üreticiyle tüketiciye ürünün sürecinde hem gıda güvenliği hem toplum güvenliği hem de ürün kalitesi ve fiyat açısından elzem bir yasa. Yıllardır beklenen bir yasa. İnşallah kısa sürede bu yasa faaliyete geçer. Bununla ilgili hükümet kararlı. Herkes aynı şeyi söylüyor. Şu an bir birlik var. Önemli olan bunu en kısa sürede hayata geçirebilmek.

“DERİN SU BALIKÇILIĞI FAALİYETLERİNE BAŞLAMALIYIZ”

SORU: Kıyılardaki yabancı balıkçılar sorunu kanayan bir yara. Bununla ilgili bir girişim var mı? Bunun önüne nasıl geçilecek?

OĞUZ: Kıyılarda Orkinos balıkçılığı, ilgili iki ülke arasında yapılan anlaşmaya bağlı. Derin sularda avlandıkları süreçte kıyıda dinlenebilmeleri gerekiyor. Bu sahil güvenlik tarafından da sürekli olarak denetleniyor. Ülkede balıkçılığa farklı yönden bakmak gerekiyor aslında. Derin su balıkçılığında hiçbir faaliyetimiz yok. Bizim de buna yönelik girişimlerimiz oldu. Balıkçı barınakları yaptık, mevcut balıkçı barınaklarını iyileştirdik. Bugün itibariyle Lapta ve Laguna’da çalışmalar başladı. Altyapı güçlendiriliyor. Balıkçılar taleplerinde haklılar. Av konusunda da sağ olsun TİKA bu sektöre kısa sürede el attı ve çözüm getirdi. Biz bunun yanı sıra tekne takip sistemi kurmak istiyoruz. Yine TC ile yapılan görüşmelerde, derin su balıkçılığına yönelik TC’de faaliyet gösteren 5 tane kooperatif aracılığıyla ülkemize tekne tedariki yapmayı düşünüyoruz ki avlanmada daha yüksek bir rekolte elde edilsin. Böylelikle hem halkımıza daha ucuza balık sunabiliriz hem de daha çok gelir elde edebiliriz. Ülkemizde son yıllarda profesyonel balıkçılık yanı sıra amatör balıkçılık da arttı. Büyük yatırımlar var. Birçok insanımız hafta sonları teknelerini alıp, balık avlamaya gidiyor. Bununla ilgili de altyapıya ihtiyaç var. Bu ihtiyaçların da giderilmesi gerekiyor. Biz kısa sürede çok büyük işler başardık ama bir ada ülkesi olmamızdan dolayı balıkçılıktan daha fazla gelir elde etmemiz gerekiyor.

“YARIN OLSA YİNE YAPARIM”

SORU: Özel cins koyunlar geldiğinde gidip karşıladığınız için eleştiriler gelmişti. Yine gelirse yine karşılamaya gidecek misiniz? Bu eleştirileri nasıl değerlendirdiniz? Güldünüz mü kızdınız mı?

OĞUZ: Güldüm. Kızmam çünkü ben yaptığım işe saygı gösteririm. Bu ülkeye hizmet amaçlı her şeyi yaparım ve 41 sene sonra bu ülkeye damızlık koyun geliyorsa ve bu koyunlar ta İspanya’dan hem de salgın döneminde olunmasına rağmen bile gelebiliyorsa bundan gurur ve mutluluk duyarım. Yarın olsa yine yaparım. Asıl emeğin kıymetini ve üretimin kıymetini bilmeyenler ‘40 yıldır hayvancılık ölüyor, hükümetler sadece seyrediyor’ diyenler, bu kadar nüfus artışına, arz ve talep dengesinin bozulmasına rağmen, sınır kapısı olmayan yerlerden kaçak et ve canlı hayvan gelmesine göz yumanlar bugün bunun yorumunu yapıyorsa söyleyecek sözüm yok. Ülkeye ve üretime katkı anlamında bu benim hayalimdi ve bunu gerçekleştirmiş olmaktan da büyük gurur duyuyorum. Bu ülke üretimi ve hayvancısı için bu bir damladır. Birileri eleştiri olsun diye eleştiriyorsa buna ben saygı duyarım. Önemli olan bu ülkeye bir şey katabilmek ve ne mutlu bana ki ben bunu başardım. Siz doğru bildiğiniz yolda gideceksiniz çünkü günün sonunda vicdanınıza hesap vereceksiniz. Biz bu ülkeden 3 kişiyi İspanya’ya yolladık ve araştırma yaptık. Hellim de Yeşil Hat Tüzüğü’ne girerse sınıf atlamamız mümkün olacak. Biz daha fazla şeyler yapmak istiyoruz ve bunun için de çalışıyoruz.

“SAYIN AKINCI’NIN BU ÜLKEYE VERECEĞİ BİR ŞEY KALMADI”

SORU: Seçimler yaklaşıyor ve bu süreç biraz daha sert geçecek gibi görünüyor. Seçimler sonrası hükümet bozulur diyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

OĞUZ: Siyasi irade ne uygun görürse biz onu yapacağız. Cumhurbaşkanlığı seçimi ayrı bir durum. Bana ve birçok insana göre Sayın Akıncı’nın bu ülkeye vereceği bir şey kalmamıştır. Kendisi de bunu söyledi ve başka jenerasyonların bunu yapması gerektiğini dile getirdi. Kendisine saygı duyuyorum o ayrı ama cumhurbaşkanı olarak artık bu ülkeye vereceği bir şey kalmadı. Yeni bir güven de veremez. Bu nedenle yeni görüş ve düşüncelerin ortaya konması gerekiyor. Genel başkanımız Ersin Tatar da iki toplumlu siyasi eşitliğe dayalı her türlü olasılıkların da görüşülebileceği bir masa olması gerektiğini söylüyor. KKTC’ye inanların o göreve gelmesi gerekiyor. Akıncı ‘Hiç olmazsa bizim sığınacak bir TC limanımız var’ demişti ve tepki aldığı için bir daha da söylemedi. Ama biz ne diyoruz? Bu makam KKTC’nin Cumhurbaşkanlığı makamı ve mevkisi. O zaman oraya aday olurken o devlete inanmak gerekiyor. İnanmadığınız bir devleti savunamazsınız. Biz UBP olarak, adı ve modeli ne olur bilmeyiz ama Kıbrıs Türk halkının iki devlet temelinde eşit statüde ve Rumların da eşit göreceği bir statüde yer almamız gerekiyor. Hala daha Kıbrıslı Türkleri eşit görmeyen bir zihniyetle o masaya oturmanın anlamı yok. Zaten yıllardır görüşmeler devam ediyor. O nedenle bizim orada eşit sayılabileceğim bir ortam oluştuktan sonra o masaya oturabiliriz. O nedenle bu iş Sayın Akıncı ile olmaz. Biz diyoruz ki Genel Başkanımız oraya taliptir. UBP olarak arkasındayız ve sonuna kadar destek vereceğiz. Parti içinde ufak tefek pürüzler olabilir ama UBP, KKTC’nin en büyük siyasi partisidir. Parti, adayına sahip çıkmak zorundadır o yüzden bu yarış ve mücadelede sonuna kadar arkasındayız. Adaylar söyleyeceğini söyleyecek ki halk da son kararı versin. İnşallah da inanıyorum ki UBP’nin adayı kazanacaktır.

“SUÇU SADECE PERSONELE YÜKLEMEK DOĞRU DEĞİL”

Kamunun hantallığından bahsettiniz ve bir kabine üyesinin bunu söylemesi oldukça acıdır. Nedir sorun? Ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz?

OĞUZ: Kamudaki hantallık bugünün konusu değil. Bu belki de başından beri böyle. Burada önemli olan bireylerin bir ücret karşılığında halka hizmet vermesi, bunu yaparken de görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmesidir. Maalesef bir şekilde herkesi aynı kefeye koyamayız ama belli kişilerin yaptığı suiistimal herkesi etkiliyor. Hantallık anlamında bireylerin görev ve sorumluluklarının yanı sıra yasadaki boşluklar ve denetimsizlik unsurları da büyük bir etki unsuru. .Birçok eksik ve güncellenmesi gereken yasalarımız var. KKTC kurulduktan sonra bazı yasaların değişen dünya ve sürece göre tadil edilmesi gerekiyordu. Bazı yasaların tüzükleri olmadığı için yasalar yürürlüğe dahi geçirilemedi. Bu hem kamunun çalışmasında hem de verimliliğinde hantallık yaratıyor. O yüzden bu hantallığı bir tek personele yüklemek doğru değil ama şu bir gerçektir ki vatandaş kamuya gittiğinde beklediği hizmeti alamayınca tepkiler o dönemin hükümetine ve siyasetçilerine yapılıyor.

“YASALARIN GÜNCELLENMESİ GEREKİYOR”

“Ben, kendi bakanlığımdaki eksiklikleri tamamlamaya ve sorunları gidermeye çalışıyorum. Bir yasayı bakandan veya siyasilerden beklemek yerine, kamudaki sorumlu kişilerin yasaları hazırlaması lazım ki Meclis bunu düzenleyip topluma sunabilsin. Ben de kamudan geldiğim için bir sorun gördüğüm zaman bununla ilgili teklifler sunuyorum. Dediğim gibi bazen sizin için doğru olan herkes için doğru olmayabiliyor. Yasaların günün şartlarına göre güncellenmesi gerekiyor.”

“YORGUNUM DEME LÜKSÜNÜZ YOK”

SORU: UBP-HP hükümeti şanssız bir döneme denk geldi. pandemi de devam ediyor. Yorgun musunuz?

OĞUZ: 4’lü hükümete baktığınızda maalesef verimlilik anlamında büyük iddialarla geldiler. Ben o zaman da ‘Bu bir gasp hükümeti’ dedim. Zorlamayla göreve geldi. İlk defa denenen bir yöntemdi. Süreç onların döneminde de zorluydu hem ekonomik hem de döviz açısından sorunlar yaşandı, haklarını yemeyim. Biz hükümete geldikten sonra hem geriye dönük eksiklikleri giderebilmek için bayağı çaba gösterdik ki çoğunu giderebildiğimizi düşünüyorum. Ama onun yanı sıra kovid çıktı, ekonomi ve döviz krizi geldi. Kovid dünyada belki de 100 yılda bir görünen bir salgın vakası. Yorgunluk yok. Yorgunluk deme lüksünüz de yok. Ayaklarınızı sürüyerek gitme gibi bir durum da yok. Bizim bakanlığımız adına konuşacak olursam çok iş var. Hem şimdi yapılması gerekenler anlamında hem de geçmişten kalan eksiklikler bağlamında yapılacak çok şey var. Belki imkânlar kıt, bütçedeki olanaklar dar ama ona rağmen bu süreç içerisinde birçok iş yaptık. O nedenle tüm bakanlık personelimi kutlamak istiyorum. Bizim öyle bir durumumuz var ki bakanlığımızın sorumluluk sahası içerisinde geri yıllarda dokunulmayan ve önemsenmeyen sorunlar var ve biz bunlara el attık. Bunun yanı sıra önünüze çıkan sorunlar oluyor, bu neden daha önceden yapılsaydı, neden yapılmadı diyoruz ama biz elimizden geldiğince her alana el atıyoruz, dokunmak istiyoruz. Bayağı da yol kat ettik. Bu şekilde çalışmaya da devam edeceğiz.

“ŞOV YAPMAYI SEVMİYORUM”

SORU: Dursun Oğuz, medyayı, reklamı ve çok fazla ön planda olmayı sevmiyor gibi? Bakan ve siyasetçi kimliği dışında Dursun Oğuz kimdir?

OĞUZ: Medyayı sevmiyorum değil, gerektiği zaman tabi ki medyayı seviyorum ama Dursun Oğuz şov yapmaktansa icraatlarıyla kendinden söz ettirmeyi seviyor diyebilirim. Açıkçası, maalesef ülkemizde siyasilerin birçoğunda şov merakı geçmişte de olduğu gibi hala daha devam ediyor. Artık tabi bunun takdirini halk yapacak.

“DİSİPLİNİMİ SİVİL SAVUNMA’DA ÇALIŞMAYA BORÇLUYUM”

“1975 yılında Samsun Ayvacık’tan İskele’ye bağlı Aydın köyüne yerleşen göçmen bir ailenin oğluyum. Meslek lisesi mezunuyum ve üniversitede işletme bölümden mezun olduktan sonra piyasada serbest işler yaptım. 1 Nisan 1996 tarihinde Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı’nda işe girdim. Yıllar içinde halkla iç içe olma ve toplumun sorunlarıyla ilgilenme şansı buldum. Sivil Savunma Teşkilatı’nın görevi zaten halkla iç içe olmaktır. Sivil Savunma, disiplinli ve her türlü şartlarda görevini yapan bir kurumdur. Onlara sizler aracılığıyla selam yolluyorum. Öyle bir teşkilatta yer aldığım için her zaman gurur duydum. Bugünkü çalışma prensibimi, disiplinimi, iş yapabilmeyi sağlayan o kurumda çalışmış olmaktır. Mesai saatlerine çok riayet ederim, 24 saate göre çalışırım, gece gündüz ayrımım yoktur.”

“EN DOĞRU YERDEYİM”

“İster istemez öncelikli olarak işiniz gelir ve maalesef bazen aileniz ikinci planda kalır. Öyle bir süreçten geçtikten sonra 2009’da siyasete girdim. Dışişleri Bakanlığı’nda Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptım ve ardından 2013’de UBP Gazimağusa Milletvekili olarak seçildim. O günden beri de siyasi yaşamın içinde olmaya devam ediyorum. Sağ olsun Genel Başkanımız Ersin Tatar da beni bu göreve laik gördü ve Tarım Bakanı oldum. Neden Tarım Bakanlığı diye sorarsanız, muhalefet vekilliği döneminde daha çok kırsal kesimlerle ilgilenmem, Sivil Savunma’da çalışmış olmam, kürsüye taşıdığım toplumsal sorunlar ve o günkü hükümetle beraber yasa çalışmalarında tarımsal konuları öne çıkardığım için bu görev bana verildi. Ben de elimden geldiğince görevimi yapmaya ve her şeyden önemlisi halkıma hizmet etmeye devam ediyorum. Öncelikli görevimiz halka hizmet etmektir. Topluma bakış açım, KKTC’ye bakış açım ve ideolojim bu alanda önemli oldu. Kendimle en uyumlu parti olduğu için UBP’de olmayı tercih ettim. Doğru yerde ve doğru düşüncedeyim. Çok şükür halk da bize o takdiri gösterip buralara getirdi. UBP olarak halka hizmet etmeye devam edeceğiz.

“EN BÜYÜK FEDAKÂRLIĞI AİLE YAPIYOR”

SORU: Ailenizden bahseder misiniz? Kaç çocuğunuz var? Siyaset içinde olmanız ve şu anda bakanlık yapmanız aile ilişkilerinizi nasıl etkiliyor?

OĞUZ: “Eşim Canbulat Özgürlük İlkokulu’nda öğretmenlik yapıyor. 3 tane çocuğum var. Siyasetle aileyi bir arada götürmek hiç kolay değil. Sivil Savunma’da görev yaparken de 24 saatli vardiya usulü çalıştığım için orada da aileme karşı bir mağduriyet vardı ama siyaset bambaşka. Halkın sorunları varken ailenizle yeteri kadar ilgilenemiyorsunuz. Günde eşiniz sizi 10 defa bile arasa telefona bakamadığınız zamanlar oluyor. Çocuklarınızı göremediğiniz zamanlar oluyor. Tabi ki aileler hep bu konularda mağdur. Bir bakarsınız çocuğunuz büyümüş hatta onların özel günlerinde bile yanlarında olamadığınız zamanlar oluyor. Bizim bu görevi yapabilmemiz için, ailemiz bizden daha fazla fedakârlık yapıyor. Çünkü aklınız orada olunca adapte olamıyorsunuz. O nedenle aile fedakârlıkta gelen en önemli unsur.”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu