Taşınmaz Mal Komitesi’nin (TMK) kuruluşunda ve yasasının yapılmasında o dönemde görev üstlenmiş, katkı koymuş birisi olarak birkaç noktaya değinme ihtiyacı hissediyorum. “Aman yazı uzundur, okuyamam” demeyin lütfen, sabredin ve okuyun çünkü bazı şeyleri yüzeysel ve iki-üç kelimeyle üstelik de okur gibi yapıp anladığımızı sanıyoruz ama aslında ıskalıyoruz, o nedenle okumak lazım!:
1- Dün Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’nde yapılan oylamanın TMK ve Kıbrıs Türk tarafıyla Türkiye’nin istediği yönde çıktığı ve olumlu olduğu bir gerçektir. Ancak sevinç çığlıkları atmak yerine TEMKİNLİ BİR İYİMSERLİKLE hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Neden? Bir kere karar çok az bir oy farkıyla istediğimiz yönde çıktı. Yani sonuç gayet daha farklı da olabilirdi. Kararın olumlu yönde çıkması bir yandan Türk diplomasisinin yoğunlaşan girişimleri diğer yandansa 2014-2020 arasında TMK tarafından kararı alınan ancak ödemesi yapılmamış olan başvuruların tazminat ödemelerinin de yapılmasıyla mümkün olabildi gibi görünüyor.
2- Öte yandan TEHLİKE HENÜZ GEÇMEDİ. Çünkü Haziran 2025’te konu yeniden değerlendirilecek. Bu nedenle de TMK’yı uzun süredir hafife alan yaklaşımları terk ederek ciddi şekilde çalıştırmaya özen göstermemiz şarttır. 2021-2024 arasında TMK tarafından alınan kararların ödemeleri ve bekleyen başvuruların hızla değerlendirilmesi de dahil dünya insan hakları sistemi içerisine eğreti bir biçimde dahi olsa kendine has bir model ile girmemize imkan veren TMK konusunu CİDDİYE ALMAK ve göstermelik olarak değil SON DÖNEMDE OLDUĞU GİBİ ciddi şekilde çalıştırmalıyız, ETKİLİ BİR İÇ HUKUK YOLU olarak canlı tutmalıyız. Buna paralel olarak da hem Strasbourg’ta hem de dünyanın çeşitli merkezlerinde aktif bir diplomasi yürütmeliyiz.
3- Peki dün bertaraf edilen tehlike neydi? Hiç detaya girmeden özetleyecek olursam eğer geçmişte AİHM tarafından alınan birtakım kararlarla TMK, Türkiye aleyhinde Kıbrıs’taki taşınmaz mallar bağlantılı dava açmak isteyenlerin TÜKETMEK ZORUNDA OLDUKLARI iç hukuk yolu olarak tarif edilmişti; AİHM’e gelmeden önce TMK’ya gidilmesinin zorunlu olduğu konusu tartışmaya açık olamayacak kadar sarih şekilde ortada durmaktaydı, kararlar netti. Öte yandan bireyler TMK’ya gelmezden önce ya da gelmek istemezlerse geçen sürede bahse konu taşınmaz mallar ne olacaktı? Noktasında Rum tarafı farklı ve (bana göre) ZORLAMA BİR YORUM ortaya koyuyordu. Rum tarafına göre TMK bir iç hukuk yolu kabul edilmiş olsa dahi madem ki 1974 öncesi mal sahipleri halen daha malların sahibidirler, o zaman TMK’ya gelip başvuru yapmayan kişilerin mallarına dair herhangi bir işlem yapılamamalıdır. Bu mallar alınıp satılamamalı, bu mallar üzerine herhangi bir yatırım, bina inşaat yapılamamalıdır. Rum tarafının bu görüşü kanımca AİHM’nin Kıbrıs mülkiyet davalarında aldığı kararlara uygun bir yorum değildir. Rum tarafının bir nevi “mallara moratoryum” anlamına gelecek yaklaşımı aslında fiiliyatta TMK’nın kuruluşunu ve varlığını anlamsızlaştıracak nitelikteydi. İşte bu noktada Rum tarafı Avrupa insan hakları sistemi içerisindeki bir mekanizmayı kullanarak AİHM’ne geçmişte kendi aldığı bir kararı YORUMLATMAK istemiştir. Dünkü oylama Rum tarafının bu zorlama yorumunu teyit ettirmek için AİHM’ne bir yorum yaptırma girişiminin oylamasıydı ve o talep kabul edilmedi. Dolayısıyla Rum tarafı kendi yorumunu, Türk tarafı ve Konsey üyesi devletler de kendi yorumlarını devam ettirecekler. Kendi yorumlarına uygun olarak AİHM kararını uygulayacaklar ve (daha farklı yorumlayanlar da) kararın tam uygulanmadığını söylemeye devam edecek. Yorumlama olsaydı ne olurdu? Mesele yoruma gönderilmiş olsaydı ve AİHM örneğin kararı uygulaması gereken Türkiye’nin değil de Kıbrıs Rum tarafının istediği yönde bir yorum yapmış olsaydı Türkiye’nin karara uymadığı saptaması yapılarak Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınması ya da Konsey’den çıkarılması tehlikesi gündeme gelebilecekti. Bunun alternatifi ise KKTC’de bir tür moratoryum ilan edilmesi ve ekonomimizin ve sosyal hayatımızın da daha da çökertilmesi olurdu. Her ikisi de kabul edilemez senaryolardı. Bu açıdan bakıldığında umarım ilk yıllarda TMK’nın yasasının yapılmasında, kuruluşunda yer alan insanlar olarak bizi manşetlere koyan ve hedef haline getiren, hatta vatana ihanet etmekle suçlamaya kalkanların TMK’nın önemini EN AZINDAN BUNDAN SONRA anlamış olurlar diye umut etmek istiyorum.
4- Dün yaşanan olumlu gelişme de dahil genel anlamda TMK’nın göstermelik değil etkili şekilde çalıştırılması aslında son dönemde Kıbrıs Rum liderliğinin başlatmış olduğu tutuklama hamlesi açısından da bir ZEMİN KAYBI anlamı taşımaktadır. Ancak buna rağmen Rum siyasi elitinin özellikle iç politikada güç kaybetmesi nedeniyle bu tutuklama ve benzeri dava hamlelerinden hemen vazgeçmeyeceğini düşünüyorum. Bu konuda TMK haricinde başka neler yapmamız gerektiğini geçmişte kendimce anlatmaya çalışmıştım, şu anda onları tekrar etmeye gerek yoktur.
5-Dün yaşanan gelişme ertesinde yetkili konumda olanların (örneğin Dışişleri Bakanlığımızın) açıklama yaparken çok daha dikkatli olması, kelimeleri özenle seçmesi gerektiği düşüncesindeyim. 1974 ertesinde kurduğumuz ve evet kendi içinde bir mantığı bulunan ama uygulamada adaletsizlikler de yaratan KKTC mülkiyet rejimi bazı açılardan ciddi şekilde sıkıntılıydı. Anayasada yer alan maddelerin yorumundan hareketle bu sıkıntılı noktaları insan hakları sistemi içerisine dahil edecek şekilde TMK’yı kurduk ve TMK’nın Anayasamıza uygun olduğu Anayasa Mahkememiz tarafından da açıkça teyit edildi. Dolayısıyla iç politikada puan toplamak için ya da bazı kesimlere şirin görünmek ya da “verdik ağızlarının payını” demek için naralar atmaktan vazgeçmeliyiz. Bu işler akılla, mantıkla, hukukla ve diplomasiyle yürütülmek zorundadır.
6- Bir diğer önemli konu da statik değil dinamik bir yaklaşım ortaya koymakla ilgilidir. TMK konusunda hem başvuruları, hem süreçleri hem de alınan kararların uygulanmasını HIZLANDIRACAK yeni bazı adımlar atmamız ve bu konularda yaratıcı fikirler ortaya koymalıyız. Bir kere ülkemizde devletin kişilere kiraladığı ve uzun süredir kirasında tutan bireyler 1974 öncesi mal sahibiyle anlaşarak TMK üzerinden bu uzlaşmayı kayıt altına alabiliyor (ki bu da sonradan yaptığımız yeni bir yöntemdi, TMK yasasından ayrı bir yasa geçirerek), şimdi buna KKTC’de tapuda mal sahibi olan kişinin kendi isteği ile güneydeki 1974 mal sahibiyle anlaşarak tazminatı ödemesi ve elindeki taşınmazı bir tür “tartışmasız mal” (undisputed property) durumuna dönüştürmesi imkanı da yaratılmalıdır. Tabi ki bunu yaparken çok dikkatli olmalıyız. Bu şekilde uzlaşılarla piyasadaki niteliği değişecek olan taşınmazın değer artışı, bahse konu taşınmazın tazminatının çok daha hızlı bir biçimde ve devlet eliyle değil o değer artışını elde edecek kişi eliyle ödenmesini mümkün kılacaktır. Buna tazminatı devlet tarafından TMK kanalıyla ödenen taşınmazların (piyasada değer artışı yaşayacağı için) SATIŞ AŞAMASINDA (çünkü o değer artışı ancak o aşamada gerçeğe dönüşecektir) bu değer artışından yararlanacak kişilerin de bir katkı koyması noktasını da eklemek gerekir. Öte yandan 1974 ertesinde 50 yıl geçtiği için artık hayatta olmayan 1974 öncesi tapuda kayıtlı mal sahiplerinin mirasçıları konusuna artık kafa yormak, yani hisseli malların kısmi başvuruları için ayrı bir formül, farklı bir modelleme yaratmak gerekebilir. Bazı bölgelerin kamu yararı için kullanılması ve askeri bölge olması konularında mevcut TMK yasasında yer alan düzenlemelere dair de yaratıcı bir açılım getirilebilir ama konunun hassas olması nedeniyle şimdi burada kamuoyuna açık şekilde yazmayı sakıncalı buluyorum. Bu konularda istenirse yardımcı olmaya da her zaman varız, geçmişte olduğu gibi bundan sonra da katkı koyarız.
7- Sonuç olarak TMK ve Avrupa Konseyi’ndeki süreçlerle ilgili daha çok şey söylenebilir elbet. Örneğin Kıbrıslı Rumların kuzeyde terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlar konusunda biz (AİHM’in zorlamasıyla dahi olsa) TMK’yı kurup bir çare, bir iç hukuk yolu yarattık ancak Kıbrıslı Türklerin güneyde terk etmek zorunda kaldıkları taşınmazlarıyla ilgili olarak güney Kıbrıs’ta etkili bir iç hukuk yolunun var olduğu iddia edilemez diye düşünüyorum. “Tazminatlar çözümden sonra ödenir” maddesi güneyde hala yürürlükteki mevzuatta duruyor maalesef. Önümüzdeki bir yıl boyunca bu konuyu ve bağlantılı hususları daha çok konuşacağız gibi görünüyor. Umarım bunu gelecek yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde malzeme yapmadan akıl, mantık ve uluslararası insan hakları hukuku temelinde tartışır, ülkenin ve Kıbrıs Türk halkının yararına olacak şekilde ileriye taşırız. İhtiyacımız olan budur diye düşünüyorum.