KıbrısManşet

Yolun sonundayız – yazıklar olsun hepimize!

Yolun sonundayız… Belki değişiriz; belki akıllanırız; belki artık dürüst ve doğru insanlar oluruz diye beklerken; hiçbir şeyin değişmediğini, hala siyasetin makam peşinde koşmak olduğunu görüyoruz…

Devlet olamadık!

Hadi “olduğunu” farz edelim!

Maliye’den başlayalım; para politikamız, maliye politikamız ve adil vergi sistemimiz asla olmadı!

Savunmamız, başka bir devlete aittir!

Hadi buna da saygı duyalım; “İsrail bile öyledir” diyelim ve geçelim!

Yol yapamadık!

Narenciyeyi – patatesi mahvettik!

Satılmaz hale soktuk, yeni ürünleri doğru dürüst geliştiremedik; dışa satamadık…

-*-*-

Suyu yönetemedik!

O kadar hoyratça kullandık ki, denizin içine tatlı sudan yüzme havuzları inşa ettik!

-*-*-

Çevreyi koruyamadık!

Her yanı çöple doldurduk!

Nasıl olsa bu topraklar bizim değildi, ganimetti, hırsızlıktı, içine ettik!

Asla sahiplenmedik!

Çünkü kesinlikle “çalıntı” olduğunu bilinç altımıza hep yerleştirdik!

Kanla, silahla, hamasetle “mülk sahibi” olunmayacağını bilemeyecek kadar aptal değildik!

-*-*-

Bin yıllık zeytin ağaçlarımızı söktük, kestik şöminelerde yaktık!

Gösteriş yaptık “şöminede zeytin odunu yakarak!”…

Hatta, “zenginlik göstergesi” haline getirdik “zeytin odunu yakmayı”…

Bilemediniz, harnup odunu yaktık!

Harnupları da bitirdik!

-*-*-

Girne; Dünya’nın en güzel kasabalarından biriydi…

Belki de 2 bin yıl, Dünya’nın en muhteşem yerleşim birimi olan, limanıyla, kalesiyle, doğasıyla, havasıyla, yeşiliyle, mavisiyle bu kenti “betona” gömdük.

Kanalizasyona boğduk!

-*-*-

Dünya’nın saygı duyduğu, Dünya Ticareti’nin ve gemi taşımacılığının asırlarca selam durduğu Mağusa Limanı’na tek bir taş koymadık 1974’ten sonra…

Mahvettik, kenara atılmış kullanılmış çaputtan beter ettik koskoca limanı; işe yaramaz hale soktuk…

-*-*-

Dev bir havaalanı yapıyoruz sorunlusundan, sıkıntılısından, kimin elinde patlayacağı belli olmadan ama “uçak” gelecek mi gelmeyecek mi bilemiyoruz!

Ülkeye, direkt uçuş olmazsa, bu işin yürümeyeceğini bildiğimiz halde, “öncül sektör turizm” dedik…

-*-*-

Bir iş insanımız bir de Yahudi yatırımcı birer yat limanı yaptı ama yat turizmini hiç bilmedik, bilmek bile istemedik. Her türlü zorluğu da çıkardık yapanlara…

-*-*-

Yollarımız hiç “sağlam” olmadı.

Ya ışıksız oldu ya çöktü.

-*-*-

Av hayvanlarını bile tükettik, ülkede tavşan, keklik kalmadı.

1974’ün hemen öncesinde ülkede akbaba, şahin, sülün gibi kuşlar vardı; birkaç yılda bir tane kalmadı.

Hayvancılık ne durumda bilen yok.

Kim hayvancı, kim çiftçi, kim memur, kim polis, ayıramadık.

-*-*-

Kamu sistemimiz doğru çalışamıyor.

Hatalı, gereksiz istihdamlarla doldurduk her yanı!

Erken emeklilik diye bir saçmalıkla, 29 yaşındaki adamı, 31 seneden emekli ettik.

Eşitsiz bir sosyal siyasetimiz söz konusu.

Ülkeyi soylular ve yoksullar diye “devlet memurları ve ötekiler” şeklinde ayırdık.

-*-*-

Elektrikler hala kesiliyor; sanki 1945 Almanya’sındayız.

Bir santral yaptık, bölgede kanser olmayan kalmadı; üzüm – zerdali yetişmez oldu!

-*-*-

İnternetimiz – özellikle de hızı, belki de Dünya’nın 30 sene gerisinde.

-*-*-

Mültecilerin en çok çıktığı kıyılar bize ait ama mültecilerle ilgili en küçük bir merkezimiz, en basitinden bir yasamız yok.

-*-*-

Toplu taşımacılıkta felaket kötüyüz.

Dünya’da eğitimi bu oranda ticari amaçla yapan herhalde başka topluluk yoktur.

Türkiye, 3 ayda bir hastane inşa etti; bize kalsaydı daha ihale süreci tamamlanmış olmayacaktı ama sıklıkla, “şu izin alınmadıydı, zaten sel riski bölgesindeydi, vay lanet olsun” gibi açıklamalar yapıyoruz.

Güzelyurt’a bir hastane yapalım dedik, üzerine beş sağlık bakanı yedik.

-*-*-

Trafiğimiz “tartışılamayacak” derecede kontrol dışı.

Nüfusu doğru ve de dürüst bir şekilde bilen yok.

Vatandaşlığı, alemine yapılan bir iş gibi kabul ediyoruz.

-*-*-

Tarihi eserlerimiz içler acısı.

Her biri paha biçilmez değere sahip onlarca kilisemiz var, elimizden gelse yıkacağız

-*-*-

Bir miktar ganimetle, akabinde Polly Peck’le idare ettik.

Sonra Annan Planı bahanesiyle Rum mülklerini sattık.

Sterlin, Euro, Dolar’a hayatımızı bağladık ama Türk Lirası ödendik.

İtiraz etmedik.

Ayaklanmadık.

Ödendik, sindik; bir daha ödendik, bir daha sindik.

Seçim kazanmak maksadıyla siyaset değiştirdik, hiç tutarlı olmadık.

Yalan söyledik, yalanla yönetildik.

Yedik, yuttuk; yine yedik ve yuttuk şimdi kursağımızda kaldı her şey!

Yolun sonundayız…

Belki değişiriz; belki akıllanırız; belki artık dürüst ve doğru insanlar oluruz diye beklerken; hiçbir şeyin değişmediğini, hala siyasetin makam peşinde koşmak olduğunu görüyoruz…

Eskiden üzülüyorduk, şimdi hem üzülüyoruz hem de utanıyoruz…

Ha utanmadığımız bir şey yok mu?

Mesela, “Güney taraf” ile “iki eşit devlet olduğumuzu” söylemekten hiç utanmıyoruz!

Yazıklar olsun hepimize!

Diğer Haberler

Başa dön tuşu