KıbrısManşetToplum

Akansoy: “2006-2017 gizli müzakere tutanakları açıklansın”

CTP Genel Sekreteri Asım Akansoy, çözüm iradesinin 2004'te olduğu gibi sürdüğünü ifade ederek “2006 - 2017 gizli müzakere tutanakları açıklansın. Görelim bakalım kim ne istemiş kim ne yapmış?" dedi

Meclis Genel Kurulu devam ediyor…

2024 Mali Yılı Bütçe Yasa Tasarısı görüşmelerine başladı.

Cumhurbaşkanlığı Bütçesi görüşülüyor…

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Sekreteri Asım Akansoy, çözüm iradesinin 2004’te olduğu gibi sürdüğünü ifade ederek “2006 – 2017 gizli müzakere tutanakları açıklansın. Görelim bakalım kim yurtseverdir kim değil” dedi.

Asım Akansoy Genel Kurula hitapla şöyle konuştu; “Sayın Tatar, İnsan hakları günü dolayısıyla dün 10 Aralıkta basına bir açıklama yaptı. Bir yerinde şöyle diyor:

“İnsan haklarının, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nde bu kadar öne çıkarılmasına rağmen Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk Halkının yaşamış olduğu ambargolar ve zoraki olarak federasyon yapısının kabul ettirilmeye çalışılması insan haklarına aykırı davranışlardır.”

Ersin bey Kıbrıslı Türklere ambargolar kalkmalıdır ve zoraki federasyon olmaz diyor. Kendisine sormak isterim, Kıbrıs sorununda egemen eşitlik yani çözümsüzlük tezini, Kıbrıslı Türklere dayatması, bu noktada Kıbrıslı Türklerin iradesini yok etmeye, görmezden gelmeye kalkması, Kıbrıslı Türklerin bir an önce çözüm talebini, bir an önce uluslararası hukuk, uluslararası ticaret, uluslararası ekonomi, dünyaya bağlanma, dünyada özne, uluslararası aktör olma, saygın, onurlu, sözüne itibar edilen bir toplum olma beklentisinin yok edilmeye çalışılması, insan hakları kapsamında bir davranış mıdır?

Kıbrıslı Türklerin BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde adil, kalıcı, sürdürülebilir, siyasi eşitliğe dayalı bir çözüme ulaşma iradesinin dün olduğu gibi, 2004’de olduğu gibi bugün de canlı olduğu ortadadır. Bunu görmek için biraz sosyal gözlem yapmak, siyasi partilerin, örgütlerin sözünü dinlemek, toplumun tamamına kulak vermek, en azından bilimsel araştırma yapmak yeterlidir.

Değerli arkadaşlar, 2020 Ekim ayından beri bir tür atanma yani kayyım makamına dönüşen Cumhurbaşkanlığı, ne yazık ki Kıbrıslı Türklerin siyasi iradesini yansıtmıyor. Kıbrıslı Türklerin toplumsal hassasiyetlerini, beklentilerini, kaygılarını, üzüntülerini, çocukların, gençlerin göç etmesini, nüfus değişimlerini, kirli ekonomik düzeni, mafyalaşmayı, devlet kurumlarının zayıflamasını, halkımıza hizmet verememesini, rüşveti, yolsuzluğu, peşkeşi, sosyal ve siyasi yapıların bozulmasını, arazilerimizin güvenlik sorunu olan kişilere satılmasını, küçük bir azınlık kesimin yani aracıların bundan büyük rant elde etmesini, dert etmiyor, bunun gailesini çekmiyor, bu yönde bir çalışma kesinlikle yapmıyor.

Bugün KKTC’de işler her geçen güne göre kötüleşiyor. Nüfus politikasının olmaması, devlet ve yerel kurumların taşıyamayacağı bir demografik yapının oluşması, Kıbrıs Türk kültürünün, kimliğinin zayıflatılarak, insanlarımızın bu ortamda kuşatılması kendisinin hiç ama hiç umuru değil.

Farklı bir düşüncesi, derdi, tasası olsa bu ve benzeri konularda irade ortaya koyar. Kendi yasal sorumlulukları yanında, toplumsal hassasiyetleri ve hukuk düzenini gözetirdi.

Bakınız, geçtiğimiz hafta tartıştık. Mahkeme idareye, ben ara emri kararı veriyorum sen bu kararı uygulamıyorsun diyor. Yani yürütme, yargının kararlarına uymuyor diyor, Mahkeme başkanı. Peki Ersin bey nerede ? Bu hayati konu ile ilgili, demokrasinin en temel ve basit kuvvetler ayrımı ilkesinin ihlal edilmesine dair ne diyor ? Hiç bir şey.

Evet, kendisini eleştirdiğimizde rahatsız oluyor. Olmasın, kulak versin.

Kıbrıs Türk halkı bu topraklarda, bu adada onurlu bir yaşam istiyor. Biz adil ve eşit bir düzen kurulsun, Kıbrıslı Türklerin yüzü gülsün istiyoruz. Oysa şu anda sadece kendisinin yüzü gülüyor, ama insanlarımızın çok büyük sıkıntı ve sorunları var. Bunları bu bütçe döneminde bol bol konuşacağız.

8 Aralık tarihinde olmalı, Sayın Tatar, İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda yapılan 7’nci İstanbul Ekonomi Zirvesi’nde açılış konuşması yaptı. Bu konuşmaya bakalım bir.

Konuşmasında Federal anlayışın getirebileceği tehlikelere işaret eden Tatar, Annan Planı” dahil geçmişten gelen deneyimlerle artık Güneyin; Kıbrıs Türk halkı ile tek çatı altında bir ortaklık yapmasının mümkün olmayacağını söyledi. Tatar, Bu anlayışı reddediyoruz, reddedeceğiz” dedi.”

Tatar, Türkiyenin yetkilerinin korunması ve güvenliğinin sağlanması bakımından, KKTCye ilişkin elbette söz sahibi olduğunu ifade ederek, kimsenin Türkiyeyi Doğu Akdenizden dışlayamayacağını dile getirdi. Tatar, Doğu Akdenizdeki istikranın devamı, zenginliklerin dengeli paylaşımında Türk-Yunan ilişkilerinin de çok önemli olduğunu kaydetti. 

Cumhurbaşkanı Tatar, tanınma ve siyasi çözümden önce Kıbrıstaki birçok önemli konunun iki devlet arasında iş birliği yapılmasıyla ele alınabileceğini belirterek, ancak bu anlayışla Kıbrısta bir çözüme ulaşılabileceğini söyledi. Bunun yanında bir anlaşma için kırmızı çizgilerinin Türkiyenin garantörlüğü ve adada Türk askerinin devamı olduğunu ifade eden Tatar, bu çerçevede bir çözümün Kıbrıs’ın her iki tarafı için ekonomik anlamda büyük yansımaları olacağına işaret etti, Türkiye Cumhuriyetinin limanları ve hava sahasının Güney Kıbrısa açılmasıyla, ortaya büyük kazançlar çıkacağını dile getirdi.”

Değerli arkadaşlar, Ersin bey Federal anlayışı reddediyormuş, Federal anlayışın Federasyon, Konfederasyon gibi modelleri kapsadığını ya bilmiyor ya da bilmek istemiyor. Dolayısıyla seçkin bir topluluk önünde güçlü ve ayakları yere basan vurgulardan yoksun konuşuyor. Kendisi adada yeni bir ortaklık düzenini reddediyormuş ve Türkiye’nin sözde avukatlığına girişerek, garantörlük ve askeri varlık konularından bahsediyor.

Şimdi bunları gündem yapamaya çalışan bir kişinin her şeyden önce dosyaya, Kıbrıs dosyasına hakim olması lazım. Ama değil! Kıbrıs sorunu dosyasını bilmiyor. Bilmediği için de kendi pozisyonunu korumak adına hamasi nutuklar atıyor.

Doğu Akdeniz’deki istikrar devam etmeli diyor, ancak Doğu Akdeniz havzasında gerek enerji kaynakları gerekse savaştan dolayı büyük gerilim ve istikrarsızlık olduğunu görmüyor. Ve en önemlisi bu istikrarsızlığın ana kaynağının Kıbrıs sorunu olduğunun farkında bile değil. Kıbrıs sorunu Doğu Akdeniz havzasının en önemli kara parçasıdır. Ve bu adadaki siyasi sorunlar, gerek enerji, gerek uluslararası ilişkiler gerekse uluslararası ticaret bağlamında en büyük istikrarsızlık kaynağıdır. Bunu bilmeyen yok…

Türkiye bölgenin büyük gücüdür. Ekonomik ve coğrafik kapasitesi ile, Kıbrıs’ta çözüm öncesi ve sonrası her zaman bu ağırlığını, gücünü bölgeye yansıtacaktır. Gerçeklik budur. Dolayısıyla biz Kıbrıs sorununa bakarken, bölgenin güçlü ülkesi olarak istikrar alanı yaratmasını isteriz.

Bugüne dek Kıbrıslı Rum egemenlerine yaptığımız eleştiri, verdiğimiz söyleşilerden de okunabilir. Çözüm ve çözümsüzlük koşullarında Türkiye – Kıbrıs ilişkileri, güven ve ortak kazanıma dayalı olmalıdır. Bunun siyasi karşılığı Türkiye’nin Avrupa Birliğinden dışlanması değil, tam tersi gerek Kopenhag gerekse Maastricht kriterlerine uyum ekseninde tam üyelik sürecinin bir an önce ilerletilmesidir.

Dolayısıyla, Kıbrıs sorununun çözümü bir tür kazan kazan projesi olacaktır.”

BU BİR İTİRAFTIR”

Eğer müzakere notlarına bakılırsa, modelin bu şekilde kurgulandığını, bu yapılırken de örneğin gerek Helsinki gerekse Crans Montana Konferanslarında Türkiye’nin de doğrudan taraf/dahil olduğu masada ve koordinasyonda sorunun çözümünün ortak çıkar eksenine dayandığını görebilirsiniz. Peki o zaman gerek Kıbrıslı Türklerin gerekse Türkiye’nin çıkarına olan ve bu yönde Türk tarafından olabildiğince başarılı ve  pro-aktif siyaset izlenen bu konferanslarda sorun çözülmüş olsaydı, ne olurdu ? Olabilir miydi, yüzde yüz evet. Bu noktada Sayın Tatar ve taraftarları kimi suçlayacaktı ? Kıbrıslı Türk liderliğini ve Türkiye’yi mi?

Uluslararası ilişkiler ciddiyet ister, sorumluluk ister, kararlılık ister.  Ne yaptığını, ne söylediğini, ne için yaptığını bilmek ister. Stratejik öngörü, kapasite ve adım atma ister.

Olabileceğe, kendi halkımızın hak ve çıkarlarına bakmak, gözetmek ve arzuların esiri haline dönüşmemek gerekir.

Ve inanın şu anda biz bu siyaset ve algı ile kendi kendimize zarar veren bir noktadayız.

Peki aynı konuşmada Sayın Tatar başka ne diyor ? Tanınma ve çözümden önce devletlerarası iş birliği yapılmalı diyor. Başlık şöyle: “Tanınma başka günü bekleyebilir, şimdi işbirliği yapılmalıdır.”

Bu itiraf tanınma siyasetinin mümkün olmadığının açık bir göstergesidir. Büyük itiraftır.

Başta da bahsettim, bu belirsizlik siyaseti bizi giderek itibarsızlaştırıyor. Kıbrıs Türk halkı tarihsel olarak hak etmediği bir noktaya itilmeye çalışılıyor.

Soruyorum: 57 üyesi bulunan İslam İşbirliği Teşkilatında KKTC’nin statüsü Annan Planı Referandumu sonrası, “Kıbrıs Türk Devleti” adıyladır ve  gözlemci statüsündeyiz.

Neden statümüz bir tık ileri gitmedi ?  Sizce dost ve kardeş ülkeler neden bu haklı durumu görmüyor ?

Ve yine Türk Devletleri Teşkilatı bağlamında ciddi uğraş veriyorsunuz, görüyoruz ? Neden yol alınamıyor, neden Kazakistan’daki zirveye davet edilmedik ?

Şunu ifade etmek isterim, gerek İslam İşbirliği Teşkilatı gerekse Türk Devletleri Topluluğu ile ilişkilerimizi geliştirmemiz, oradaki kapasiteden yararlanmamız önemlidir. Ancak dünyaya tek taraflı bakmak doğru değildir.

Yarın çözüm ve Avrupa Birliği üyeliğine kavuştuğumuzda da elbette bu ilişkiler sürecek, sürmelidir.

Ancak mesele şudur: siyasi zeminin yanlış kurgulandığı bir dış siyasette teknik ve gözlemci düzeyde kalmaya mahkumsunuz. Sorun Ersin beyin ortaya koyduğu ayrılıkçı tez ile ilgilidir ve bu tez dünya ülkeleri ve Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu tarafından kabul görmemektedir.

Bugün yaptığınız hamlelerin adada dünyanın kabul ettiği çözüm için  değil, ayrılıkçı bir siyasetle statü yükseltmeye dönük olduğu bir gerçektir. Bunu tüm dünya ülkeleri biliyor. Bildiği için de ayrılıkçı yaklaşımların ortağı olmak istemiyor, çünkü kendisi kaybetmek istemiyor.

Hiçbir ülke, kendi ulusal çıkarının zarar göreceği bir hamleye ortak olmak istemez.

Dünya bir geçiş dönemindedir. Sorunlara çare üretmeye dönük uluslar üstü kurumların yeniden yapılanması elbette gündeme gelecektir. Ve elbette bu yeniden yapılanma, var olan kurumlar üzerinden olacaktır.  BM bunların başında gelir.

Kıbrıs sorunu bölgesel ve kendine özgü özellikleri olan bir sorundur. Bu tarihsel ve coğrafik gerçeği göz önüne aldığınızda, sorunun entegre ve uluslararası bir konu olduğunu, hiçbir tarafın tek yanlı bu dengeyi bozmaya izin verilmeyeceği açıktır. Bunu dikkate alarak yola çıkmak gerekir. Hiçbir şekilde, “Ben yaparım, istediğim gibi yaparım olur” diyemezsiniz. Derseniz de kendinizi kandırır, halkımıza zaman kaybettirirsiniz.

Size bir örnek verebilirim, Pile yolu. Pile yolu Kıbrıslı Türklerin ihtiyacı olmaktan çıkar ve egemenlik kavgasına dönüşürse, hiçbir yere varamayız. Siz yolu belki kendi bölgenizde dökersiniz ancak yol açılmaz. BM’ye istendiği kadar provokasyon yapılsın…

ÖZEL TEMSİLCİNİN ATANMASI… “ONAY VERENLERİ KUTLARIM”

Uzun süreden beri tartışma konusu olan, Kişisel mi olacak Özel mi olacak diye havada uçuşan görüşler, BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Temsilcisi nihayet atandı.

Bugün Sayın Tatar da onay verdiğini ifade etti. Bu kararın önemli olduğunu belirtmek isterim.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in yeni Kıbrıs temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar oldu. Cuellar, 2010-2018 yılları arasında Kolombiya Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Ayrıca Kolombiya’nın BM misyonunun başkanlığını ve ülkesinin Venezuela Büyükelçiliğini de yürüttü.

Bu önemli bir gelişmedir ve onay veren tüm tarafları kutlarım. Özellikle bizim için, atılacak adımlarda BM Genel Sekreteri Guterres’in görüş ve önerilerini dikkate almak, gözetmek çok önemli olmalıdır. Bu yönde bir adım atılmıştır, doğru yapılmıştır.

BM Genel Sekreterinin Kıbrıs sorunu konusundaki bilgi birikimi ve deneyimi bizim için büyük değer taşır. Sayın Guterres, bugüne dek ciddi çabalar ortaya koymuş, adil davranış göstermiş bir şahsiyet olarak değerlendirilmelidir.

Elbette büyük emperyal güçler arasında verilen Kıbrıs sorunu ile ilgili yazdığı raporlarda sürekli olarak adada yaşayan toplumlara, insanlara referans vermesi, toplumların istençlerini ifadelendirmesi dikkate alması, önemsenmesi gereken bir konudur.

Bundan sonraki süreçte, yeni Temsilci ile yapıcı bir ilişki kurulmasını bekliyoruz. Özellikle Kıbrıs Türk tarafı olarak, bu zorlu süreçte, maksimalist ve olmayacak önerilerin adresi olmaktan kaçınılmalıdır.

Temsilcinin, hareket alanının daraltılması yanlıştır. BM Genel sekreteri adına hareket edecek, kendisini temsil eden bir kişinin ortak zemin olup olmadığını saptaması için geniş ölçekli toplumsal çalışma yürütmesi gerekir.

Ortak zemin halkların zeminidir. Şu anki temsilcilerin değil. Bunu ifade etmekten kaçınmayacağız.

Çözümün adresinin BM kararları olduğu ekseninde, siyasi eşitliğin olmazsa olmaz, adadaki zenginliğin paylaşımının kaçınılmaz olduğu adil, karşılıklı kabul edilen bir vizyon çizilmelidir. Burada güvenlik konusunda, Kıbrıslı Türklerin beklentileri çok önemlidir. Bizim güvenlik kaygımıza dayalı önlemlerin, Kıbrıslı Rumlar için asla bir tehdit olmaması gerektiği yaklaşımından hareketle adım adım yol alınmalıdır.

Burada devletler arası işbirliği iddiasının gerçekçi olmadığı noktasının da altını çizerek, bunu bilerek, haklı iken haksız noktasına düşmemeliyiz.

Beklentimiz budur ve bu konu takibimizde olacaktır.

TC- YUNANİSTAN İLİŞKİLERİ İLE İLGİLİ SON GELİŞMELER…

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Yunanistan ziyaretinin verimli ve yapıcı geçmesi oldukça önemlidir. Ege denizinin iki yanındaki halkların ortak kazanım için birlikte hareket etme perspektifini selamlıyorum.

Farklı görüşlerine rağmen, gerek Sayın Erdoğan’ın gerekse Sayın Mitçotakis’in kısa zamanda ciddi işlere imza atabilme kapasiteleri olduğunun altını çizmek isterim.

Yine, Avrupa Birliği Komisyonunun “AB Türkiye Siyasi, Ekonomik ve Ticari İlişkilerin Durumu” Raporu 29 Kasım tarihinde yayınlanmıştı.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi’nin hazırladıkları “AB-Türkiye Siyasi, Ekonomik ve Ticari İlişkilerinin Durumu” başlıklı rapora baktığımız zaman, hızla değişen jeopolitik ve güvenlik ortamında AB-Türkiye ilişkilerini geliştirecek unsurların ortaya koyulduğunu, ilişkilerdeki son durumun yapıcı adımlara olanak sağladığını görmekteyiz.

Raporda, olumlu çabaların sürdürülmesi ve AB’nin kaygılarının ele alınması koşuluyla ilerleyecek alanlar olduğu kaydedilmiştir.

Yine, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de gerilimi tırmandıran dinamikleri durdurmak için çaba sarf ettiği belirtilen raporda, aynı zamanda çeşitli AB üye ülkeleriyle ikili ilişkilerde yapıcı tutum sergilediği aktarılmıştır. Enerji konusundan, vize serbestliğine, hukukun üstünlüğünden ekonomik gelişmelere kadar önemli saptamalar söz konusu.

Bu çerçevede,

– Ekonomi, Enerji ve Ulaştırma konularında AB-Türkiye Yüksek Düzeyli Diyaloglarının yeniden başlatılması,

– Ortaklık Konseyi ve Bakanlar düzeyinde Yüksek Düzeyde Siyasi Diyalog toplantılarının yeniden başlaması,

– AB-Türkiye Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna ilişkin taslak müzakere çerçevesine ilişkin tartışmaların yeniden canlandırılması

– Avrupa Yatırım Bankası’nı Türkiye’deki tüm sektörlerdeki faaliyetlerine yeniden başlamaya davet etmek,

–  AB’deki Türk iş insanları, öğrenciler, Türk vatandaşları ve aile üyelerine yönelik vize kısıtlamalarının hafifletilmesi konuları T.C. Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek tarafından da özellikle memnuniyetle karşılandı. Kendisi de memnuniyet ifade eden bir paylaşımda bulunmuştur: Yine Komisyon ve Yüksek Temsilci tarafından önerilen önlemlerin cesaret verici ve olumlu gelişmelere işaret ettiğini belirtip, Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne yeniden sağlam bir şekilde bağlamak istiyoruz. İfadesinde bulunmuştur.

Önemli.

Değerli arkadaşlar,

Egemen eşitlik ve uluslararası eşit temsiliyet tezinin dünyanın hiç bir ülkesinden kabul görmeyişi, üç yıllık sürede bir ilerleme sağlanamaması ve aslında tezin çöküşü bağlamında şunları ifade etmek isterim:

Üç yıllık süre zarfında, önce konfederasyon sonra egemen eşitlik daha sonra ise KKTC’nin tanınması ile devam eden siyasi söylemler bize ne kazandırmıştır ?

Bunun muhasebesini yapmamız gerekir.

Yukarıda İslam İşbirliği Teşkilat ve Türk Devletleri Teşkilatı ile kurumsal anlamda verimli ilişkiler kurulamadığını aktardım. Çalışmalar doğru zemine taşınırsa bizim bu iki alandan ciddi anlamda kazanım elde etmemiz, özellikle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi söz konusu olabilir.

Elbette sürekli olarak vurguladığım “doğru zemin” konusu, karşılıklı kabul edilebilir ortak zemindir ve bu BM zeminidir. Ne isterse olsun, kardeşiniz dahi olsa, hiçbir ülkenin önceliği kendi ülkesinden insanından, ulusal ekonomisinden ve ulusal çıkarlarından daha önemli olamaz. Tarih böyle yazılmıştır. Egemenlik, devlet, iktidar kavramları da bu akıl yürütme üzerinden şekillendirilmiştir. Öncelikler ve ulusal/toplumsal çıkarlar meselesi.

Bu zaman zarfında elde edilemeyen bir milim ilerleme yanında, Ersin beyin kabul görmeyeceği önceden belli siyaseti yüzünden geriye kalan dünya devletleri ve uluslararası kuruluşlar ile de ilişkimizi geliştirmemiz mümkün olamadı. Haklarımızın talep edilmesi noktasında hiç bir ülke ayrılıkçı tezler ekseninde Kıbrıslı Türklerle işbirliği yapmak istemedi…

Ambargoların kaldırılması, iş dünyamızın önünün açılması, üretimin ihracatın artması, gençlere yeni iş sahalarının açılması çok önemli bir konudur. Bunu doğru zemin olan BM çerçevesindeki bir siyasetle sonuna kadar destekleriz.

Peki bizim bir ambargolarla mücadele stratejimiz var mı?

Bizim bu yönde bir siyasetimiz var mı?

Bu yönde çalışan kurumlarımız, personelimiz var mı?

Bizim bu konuda bir gündemimiz var mı?

Cumhurbaşkanlığında bu yönde aktif mücadele eden kurumsal bir yapı var mı ? Yoktur.

Olmadığı için de gece gündüz sağa sola kızarak siyaset yaptığımızı sanıyoruz. Yanılıyoruz.  Gerçekten de bu yönde hiçbir çalışma yoktur.

Bakınız geçtiğimiz hafta sonu “Deniz Ambargoları Çalıştayı” yapıldı. Bu konuda ciddi emekler veren bir İş İnsanımız ve ekibinin öncülüğü yanında KTTO, KT Sanayi Odası ve KKTC Gemi ve Deniz Araçları Acenteleri Birliği tarafından. 2019’da ilki 2023’de ikincisi gerçekleşti. Öncelikle Sayın Ramazan Gündoğdu ve kuruluşlarımızı kutlarım.

Bakınız, denizcilik sektöründe ciddi sıkıntılar var. Şirketler ve kuruluşlar, bu yönde ciddi bir gündemle çalışıyor. Kolay değil, ancak zoru başarmak adına hukuki bir mücadele veriyorlar. Gelişmeleri anında takip ederek, gerekli girişimlerde bulunuyorlar.

Düne göre bugün bu yeni denilen siyaset ile, çok daha ülkenin bizi yasaklı listesine almış olması gerçekten üzüntü verici. Bugün Hollanda ve Lüksemburg da bizim gemilerimizi yasaklı ilan etmiş durumda.

Siyaset burada önemlidir. Orada da  vurguladım. Siyasi tezler önemlidir ve elbette ortak akıl en önemlisidir.

Bu noktada Cumhurbaşkanlığına çok büyük görevler düşer. Çünkü bu konu yani ambargolar kaldırılması konusu doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığında yapılacak çalışmalarla aşılabilir ya da hafifletilebilir. Kıbrıs sorunu ile doğrudan bağlantılı bir konudur ambargolar. Dolayısıyla Kıbrıs sorunu, Kıbrıslı Türklerin ekonomik girişimlerinin ve gelişmesinin  de belirleyicisidir.

Bu konuda adım atmak mümkündür ancak bu siyasi perspektifle, ayrılıkçı hamlelerle ambargoların kaldırılması konusunda sesimizi çıkaramaz olduk. Haklı durumda iken haksız noktaya itildik.

ORTAK AKIL ARANIYOR MU?

Ortak akıl demişken bir konunun daha altını ciddiyetle ve sorumlulukla çizmek isterim.

Toplumsal ortak akıl kurulması elbette atılacak olan adımların başarısında doğrudan doğruya belirleyicidir.

Özellikle sağ görüşten çeşitli siyasiler çeşitli zamanlarda Kıbrıs Rum tarafındaki Ulusal Konseyden sitayişle bahsetmektedirler. Bizim niye yok, olmalı tavrı sergileniyor.

Siyasi bir yapıda bir devlette ortak akıl yaratılması, büyük toplumsal dönüşümler, acil adımlar, radikal değişiklikler, güvenlik konuları ve benzeri majör konularda işlerin yoluna girmesi, toplumsal dayanışma, sorunların birlikte çözülmesi, topluma güven verilmesi, parçalanmanın önüne geçilmesi, kısa zamanda sonuç alınması gibi bağlamlarda önemlidir. Ve bu konu aslında doğrudan doğruya bir demokrasi meselesidir. Çünkü demokratik bir kültürde esas olan karşılıklı saygı, uzlaşı arayışı, halkın iradesinin mutlak üstünlüğü ve demokratik katılım süreçlerinin olmazsa olmaz, olmasıdır.

Bunun sağlanabilmesi yani ortak aklın yaratılabilmesi için ise en temel konu güvendir. Farklılığınızı gözetmeye dayalı saygıdır. Toplumların gerek ekonomik gerekse sosyal gelişmelerinin ardında bu kültür yatır.

Gerek Cumhurbaşkanlığının gerekse hükümetin icraatlarının ne denli kolektif arayışlara açık olduğunu düşünmemiz lazım.

Değerli arkadaşlar, toplumsal konularda, ben yaptım olur derseniz toplumu parçalarsınız. Elbette farklılıklar olacak ve günün sonunda tartışmalarla, görüşlerle kararı halk verecek. Ancak eğer koordinasyon önemli ise, lütfen herkes biraz aynaya baksın.

Daha açık ifade etmek isterim, eğer ben yaparım olur, bu iş böyle olur, onu reddederim, bunu reddederim gibi toplumsal farklı görüşleri, yok sayan, aşağılayan bir tavırda devam edilirse, ne ortak akıl ne de kendi aramızda derin ve ayrıntılı müzakere olur. Karşılıklı restleşme olur ve bu durum toplumda giderek meşrulaşır. Bu durum büyük ve tehlikeli bir alandır. Bizi toplum olarak sürekli oraya çekmek istiyorsunuz. Bu oyunu görüyoruz ancak buna gelmeyeceğiz, biliniz.

Yine en büyük sorunlardan biri de siyasete olan güvensizliğin bir kaynağıdır ve o da elbette burada aranabilir.

Meclis Ortak akıl tesis edileceği en önemli siyasi alandır. Meclis çatısı altında demokratik süreçleri ilerletme ve kamu yararı için çalışmaya CTP olarak devam etmeye devam edeceğiz. Çünkü burası halkın Meclisidir, toplumun Meclisidir.

Ancak, son BM Genel Kurulu öncesi burada yapılan kapalı oturumda duyduklarımız başka New York’ta konuşulanlar çok farklı olursa, en küçük bir güven sağlayamaz ve ortak akıl falan da asla kalmaz.  Kapalı oturum olduğu için açık konuşamam ama durum öyle böyle değil.

Ciddiyet ve sorumluluk.

Tarihimizde hiç bu kadar ihtiyacımız olmadı. Egemen eşitlik tezi ile dünyayı yanıltma çabalarıdır.

KKTC’NİN TANINMASI

Değerli arkadaşlar, Egemen eşitlik güncel siyaset tarafından üretilmiş içi boş bir kavramdır. Günümüz koşullarında, egemenlik egemenlik diye yeri göğü inletmeye çalışanların bahsettiği çerçevede bir devlet de aslında yoktur. Küresel dünyada iç içe geçmiş ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuki süreçler ,klasik egemenlik anlayışını ciddi anlamda tartışmaya açmış ve aşmıştır.

Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrımı, demokratik değerlerin kurumsallaşması ve devletin bürokratik anlamda çok ciddi zaafiyet taşıdığı bir yapıda egemenlik adı altında kurulacak ayrı devlet yapısında, böyle bir düzende ne efendiler ne de köleler pozisyon değişikliğine uğrar, unutmayın.

Egemen eşitlik görüşü bugünkü ekonomik ve sosyal düzenin aynen devam etmesidir. Bugünkü hale hapsolmak demektir. Dünyanın bizi bu halimizle kabul etmesini istemektir.

Hangi literatüre başvurursanız başvurun siyaset bilimi açısından sizin hayal ettiğiniz mutlak egemenlik dönemi çoktan bitmiştir.

Bugün, yetkilerin adil paylaşıldığı, kısmen üst kuruluşlara devredildiği, hukuk, siyaset, sosyal ve ekonomik alanlarında toplumsal kimlikler ve kısmi karar vericilikler bağlamında birlikteliklerin ve ortak kazanımların öne çıktığı bir dönemden geçiyoruz. 21. Yüzyıl tüm değişimleri ile, daha çok ortaklığa evirilecek.

Bunun geri dönüşü olmayacaktır. Savaşlar, bölgesel çatışmalar, insanoğlunun özgür iradesinin önüne geçemeyecektir. Yaşanılan tarihsel arakesiti çok acı sonuçlar doğurmakta olduğu ortadadır. Ancak savaş bir yandan kınanırken dünya ülkelerinin savaşan ülkelerle yoğun ekonomik ilişkileri dikkat çekicidir. Çünkü dünya ülkeleri birbirlerine çok daha muhtaçtır, çok daha fazla ilişki istemektedir. Her türlü ortaklık ekseni bu bağlamda evet daha adil ve eşit olmalı, katılım olmalı, her halk kendini özgür olarak gerçekleştirmelidir. Ancak ülkelerin ayrı egemenlik iddiası, 19. – 20. yüzyıllarda tarih, coğrafya, ekonomi ile ilintili bir güç meselesiydi.

Eğer Kıbrıslı Türkler olarak Kıbrıslı Rumlarla eşit olmak istiyorsak, eğer adadaki kararları bizim de onayımız ile şekillendirmek istiyorsak, bunun adı egemenlik paylaşımıdır. Ayrılık siyaseti değil.

Burada odaklanılması gereken konu, Kıbrıslı Türklerin varlığı, refahı ve onurlu duruşu ise, güvenlik kaygılarının giderilmesi ise, Türkiye ile ilişkilerin sağlıklı zeminde gelişmesi ise neden mümkün olmayan ayrılıkçı siyasetin peşinden koşuyorsunuz.

Bu topraklarda azınlık olmadan, esir olmadan onurlu bir yaşam özlemi, kendi irademizi özgürce gerçekleştirme isteği, ayrı devlet iddiasından ve eşit egemenlik yalanından çok daha esastır, çok daha anlam taşır.

Kimin egemenliği üzerine kurulu bir devlet, bu tezde Kıbrıslı Türk toplumu nerede ?

Tanrıya ve Krallara mahsus mutlak ve etnik otorite iddianız bugün ne durumda peki ? Buyurun bugün buraları sözde siz yönetiyorsunuz… Karar verici siz misiniz ? Ekonomide, siyasette, uluslararası ilişkilerde, para politikasında, güvenlikte siz mi karar vericisiniz? Siz mi son sözü söylüyorsunuz?

Buyurun cevap verin. Bir yandan dünyadan ayrı devletin tanınmasını talep edip diğer yandan kendi ülkesini bile kendisi yönetemeyen bir noktada değil misiniz Sayın Tatar.

Eşitlik isteyen siyasi yapı, devlet, her şeyde önce eşitlik olanaklarını geliştirerek, hukukun üstünlüğüne dayalı, dünyaya açık bir söylem ile bu yönde bir varlık gösterir. Kime, dünya ülkelerine.

Sizin derdiniz ise, arzularınıza ulaşmak için sürekli Göebels gibi yalanın tekrarına başvurmak, kusura bakmayın.

Değerli arkadaşlar, değerli halkımız,

Kıbrıs sorunu şu günlerde beklentileri karşılayabilecek bir dinamiğe sahip değil diye düşünmekteyim. Bunun nedeni ayakları yere basmayan, gerçek dışı Kıbrıs siyasetidir. İnanın Tarih bu söylediklerimizi mutlaka yazacak.  Burada elbette Kıbrıs Rum yönetimine yaptığımız güçlü eleştirileri de okumanızda yarar var.

Ancak Kıbrıslı Türkler karşılıklı kabul edilebilir, adil ve eşit bir çözüm istiyor.

Bir çözümün tek zemini Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi kararlarıdır, bunu da biliyor.

Biz gerçekleri tekrar etmeye mecburuz. Siz ise yalanları….

Gerçek şu:

Evet, şu anda Kıbrıs sorunu ile ilgili her şey belirlenmiştir. Dosya ve karşılıklı kabul edilen maddeler açısından aslında çözüme 5 var.  Ancak gerek bizim siyasi temsilcimizin gerekse Güneyin egemenlerinin ortaya koyduğu yaklaşım ile sürecin başarı ile tamamlanması kolay değil.

Crans Montana’da Anastasiadis’in yıkıcı tavrı çok açıktır. Yine dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Kotzcias ile Rusya’nın olumsuz rolü ve büyük etkisi de.

Gerek kuzeydeki gerekse güneydeki statükocular, bizi siyasetleri ile adadaki, varolan duruma hapsetmek istiyorlar.

Biz buna izin vermeyeceğiz. Bu statükoyu kıracağız. Akıl yolu ile, siyasi irade ve cesaret ile.

Bazı arkadaşlarımız, ne yapalım federasyon müzakereleri ile bir yere varılamadı biz de pozisyonumuzu değiştirdik ayrı devlet diyoruz, diyorlar. Bunun adı halkın tabiriyle “kandır çocuğu da taksim istesin” siyasetidir.

Çocukları kandırmanıza izin vermeyeceğiz. Şunu tekrar ifade etmek isterim: Kimden gelecekse gelsin…Güven pratikte uygulamada sağlanır. Eşitliğe dair iddialar pratikte,  güven yaratıcı önlemler, birlikte yaratma üretme çalışma hedefleri tamamı. Adadaki tüm insanlar haklı olarak bunu görmek ister. Korkmadan, özgürce iradesini şekillendirmek için.

Müzakereler varılan mutabakatlara yani 2006-2017 arası yapılan görüşmelerde, Türkiye’nin de desteği ile varılan mutabakatlara; 11 Şubat 2014 Eroğlu – Anastasiadis anlaşmasına ve Guterres çerçeve metnine bağlı olarak, sonuç odaklı olması kaydıyla başlamalıdır.

Burada altını çizmek isterim, sıfırdan bir müzakere süreci bize ciddi zaman kaybettirir. Biz sürecin BM zemininden başlamasını ve yeni bir statüko doğacak şekilde sonuçlanmasını söylüyoruz. Yeni bir “evet hayır” veya masadan kaçılma durumunda Kıbrıslı Türklerin mağdur edileceği bir düzeni/durumu kabul etmeyiz.

Kimse kalkıp da zamanında şu söz verdiydi bu söz verdiydi, sözlerinde durmadılar demesinler. Bu işler söz ile olmaz. Hukuki bir düzenleme ile olur. Yöntemleri de vardır.

Bu gidişat gidişat değil. Ersin bey tezleri ve çalışmaları ile başarısızlığını, hem ortak akıl dışı hamleler, hem zayıf siyasi tezler, hem Kıbrıs dosyasına hakim olamaması bağlamında ortaya koymuştur.

Böyle olacağını biliyorduk, söyledik demek, iyi bir şey değil… Ancak çok söyledik ve söylemeye devam edeceğiz.

Son söz olarak Ersin beye çağrımdır: Ya BM zeminini kabul edin ve gerek haksız ambargoların kaldırılması  gerekse kapsamlı çözüm için birlikte yol alalım, Ya da 2006 – 2017 Kıbrıs sorunu gizli müzakere tutanakları açıklansın. Görelim bakalım kim ne istemiş kim ne yapmış?”

Diğer Haberler

Başa dön tuşu