KıbrısManşetSağlıkSiyasetTürkiye

Bir kitap ve yanı başımızdaki tehlike..

 Nükleer santral kazasız çalışırken bile, çevreye radyoaktif toz saçıyor. Ki bu durumda Mersin’de yetişen gıda tarım ürünlerinin  “radyoaktif atık içerir” etiketi ile satışa sunulacağı uzmanlar tarafından dillendiriliyor

Bir yandan sağlık endişesi, diğer taraftan  ekonomik kaygılar yetmezmiş gibi  bir de kısır ve sığ gündemlerle kafamız dolduruluyor.

Burnumuzun ucunu dahi göremeyecek hale geliyoruz. Sanıyoruz ki dünya sadece Kıbrıs’tan ibaret..

Lakin değil!

Bu hafta okumaya başladığım  kitap 26 Nisan 1986  Çernobil faciasını anlatıyordu. Genelde yeni bir kitabı okumaya başladığım zaman kendime günlük sayfa kotası koyuyorum.

Ve her gün aynı sayıda sayfayı okumaya çalışıyorum..

Günde 30 sayfa, ya da 50 sayfa gibi..

Bu kitabı da okumaya başlarken öyle bir hedef koydum kendime.

Fakat bu kez tutturamadım koyduğum sayfa hedefini.

Ve yaklaşık 8 saatin sonunda kitabı bitirdim.

Uykusuz kaldım ama olsun.

Keyifliydi yeni bir şeyleri öğrenmek.

Fakat bu kez öğrendiklerim karşısında irkildim diyebilirim.

Birkaç saatlik uykuda ise kabus gördüm durdum.

Zira aklıma hemen yanı başımızda yapımı devam eden Mersin Akkuyu’daki nükleer santral gelmişti.

Gün içinde fırsat bulur bulmaz biraz araştırma yaptım.

Bu nükleer santraller inşa edilirken neye göre yer belirledikleri, nasıl çalıştıkları, getirileri, götürüleri, riskleri falan filan..

Nükleer santrallerin yeri belirlenirken, su kaynağına yakın olması özellikle önem taşıyormuş. Bu hem elektrik üretimi sırasında uranyum yakıt çubuklarının sürekli olarak su ile soğutulması hem de elektrik üretimi için suyun önemli olmasından kaynaklanıyormuş. Türkiye’de ise deprem açısından daha az risk taşıması hasebiyle  Mersin’in Akdeniz’e olan kıyısı tercih edilmiş..

Malum her daim Nükleer enerjinin güvenliği tartışma yaratmıştır. İstatistiklere göre kaza sayısı göreli olarak az, ancak risk çok büyük. Olası bir kazanın yalnızca ekonomik olarak değil, insan ve çevre sağlığı açısından maliyetini hesaplamak için ekonomi biliminin sınırları yetmiyor. Örneğin 1986’da patlayan Çernobil Nükleer Santrali’nin dolaylı etkileri hâlâ günümüzde de sürüyor. Benzer şekilde  2011’de Japonya’da meydana gelen Fukuşima Nükleer Santral patlamasının doğrudan ve dolaylı etkilerinin doğa ve canlılar üzerinde uzun süreli etkisi de devam ediyor.

Dolayısıyla öyle anlıyorum ki bu  noktada nükleer enerji, kaza sayısı az olmakla beraber en riskli enerji koludur!

Tabi dahası da var.

Nükleer santral kazasız çalışırken bile, çevreye radyoaktif toz saçıyor. Ki bu durumda Mersin’de yetişen gıda tarım ürünlerinin  “radyoaktif atık içerir” etiketi ile satışa sunulacağı uzmanlar tarafından dillendiriliyor.

Tabi konun bir de ekonomik yönü mevcut Türkiye açısından.

Türkiye’nin Güneş, rüzgar, su gibi kaynaklar bağlamında zengin bir potansiyeli olmasına rağmen  riski yüksek ve 22 milyar dolara mal olacak bu projenin neden tercih edildiği tam olarak anlaşılmış değil.

Lakin görünen o ki, nükleer santrallerin getirisinden çok götürüsü var.Nitekim nükleer santrallerde elektrik üretimi sonrasında ortaya nükleer atıklar çıkıyor. Ciddi düzeyde zararlı olduğu bilinen bu atıkları dünyada henüz ortadan kaldırabilecek bir teknoloji ve imkanın olmadığını da söylüyor uzmanlar. Bu nedenle  ülkeler bu atıkları ya kendi ülkelerinde, ya da üçüncü bir ülkede depoluyorlar. Akkuyu nükleer santralinde ortaya çıkan nükleer atıkları Rusya’nın  almayacağı bilgisi var, yani atık Türkiye’de kalacak. Şu ana kadar konu hakkında net bir açıklama yapılmıyor olsa da atıkların Akkuyu’da su depolarında ya da Toroslar’da kalacağı tahmin ediliyor.

Tabii bunlar birer tahmin.

Mersin gibi dünyada eşine benzerine az rastlanan turizm potansiyeline sahip bir coğrafyada , nükleer santral planlanması belli ki Mersin’in Türkiye nezdinde konumlandırıldığı yerin göstergesidir ve bu turizm değildir.

Kaldı ki bugün hangi turist, Akdeniz’de nükleer santralin etki alanı içinde kalacak bir bölgede konaklamak ister?

Üstelik uluslararası ölçekte iş yapan turizmciler, Mersin’deki santralin sadece bu şehri değil, tüm bölgenin turizmini de etkilemesinden endişe duyuyorlar..

Şimdi gelelim konunun bizi doğrudan ilgilendiren kısmına.

Mersin Şehir merkezinden santralin yapılacağı Akkuyu’ya gidiş, 2.5 saatlik bir yoldur.

Yaptığım araştırmada bunu öğrendim, bölgeyi bilen dostlarımdan da teyidini aldım.

Bununla birlikte Mersin Akkuyu’ya en yakın yerleşim yeri, 2 km uzaklıktaki Büyükeceli isimli  köy olduğunu öğrendim. Denizden dağlara uzanan ovada kurulu bir küçük köy, geçim kaynakları ise tarıma dayalı..

Şimdi sıkı durun ve arkanızı rahat bir yere yaslayın.

Ve okuyacaklarınızı iyice idrak edin.

Bu şirin köyden hava açık olduğunda Kuzey Kıbrıs gayet net bir şekilde gözüküyormuş. Tıpkı Girne’den aynı hava koşullarında bakıldığı zaman karşıdan Torosların göründüğü gibi..

Yani arada öyle büyük mesafeler yok.

Ve en ufak bir sızıntıda Kıbrıs da nasibini alacak.

Şimdi umalım  ki bu nükleer santralde her şey yolunda gitsin, herhangi bir kaza yaşanmasın, istenilen verim alınsın.

Lakin bilinsin ki  Akkuyu nükleer santrali Kıbrıs için de en az Mersin kadar risk içermektedir. Bu riskin içinde sağlık büyük oranda yer alırken, ekonomide çok şey beklediğimiz, adeta bel bağladığımız turizm sektörü de olumsuz etkilenmeye açıktır..

Diğer Haberler

Başa dön tuşu