ManşetSporToplum

Maça mı?

Şahsımızda yaş kemâle ermek için har har uğraşır vaziyette her geçen gün; E hâl böyle olunca da tahammül sınırlarımız aşağıya çekilmiş bu vaziyette. Şahsen gençlikte akılsız insanlarla uğraşırdık ama artık ‘ben de bir kişiyim, hangi birine yetişeyim’ modundayız yine; Haçana bir akılsız veya aklı geri veya bencil insanlarla uğraşayım biçâre ben!

Hani şu sanatçı Haluk Bilginer yazmıştı; Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu. Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı. Ölüm satın alınsaydı Nemrut tutar alırdı. Çıkmadık canlara derman olurdu, Lokman Hekim ölmedi mi? Bu yüzden hiç korkmadık biz, umudumuz hep Allah’tandı. Derdimize yüksel dedik, istediğin kadar yüksel” demişti.

Sonrası? “Nasıl olsa geçmeyecek misin? Zalimlere güçlendik dedik, dilediğin kadar güçlen! Nasıl olsa düşmeyecek misin? Öyle oldu, olacak. Bu dünya iyiyle kötünün arasında bir yerde. Ama günü geldiğinde iyilerden taraf olacak.” demişti dizinin sezon finalinde. İşte, yine tam da bu demdeyiz cemrenin havaya ve suya düşüşü bu sularda.

Şahsımızda yaş kemâle ermek için har har uğraşır vaziyette her geçen gün; E hâl böyle olunca da tahammül sınırlarımız aşağıya çekilmiş bu vaziyette. Şahsen gençlikte akılsız insanlarla uğraşırdık ama artık ‘ben de bir kişiyim, hangi birine yetişeyim’ modundayız yine; Haçana bir akılsız veya aklı geri veya bencil insanlarla uğraşayım biçâre ben!

Neyse, yaş ve kemâl meselesi dedik ya yeni huyumuz sorulara sorularla karşılık vermek şeklinde oldu kestirmeden. Örneğin muallim arkadaşım mesai esnası “Nerdesin?” diye sorduğumda “Sence nerdeyim!” veya “Dersimiz nerde hocam?” diye soran talebemize “Sence nerde!” şeklinde kontra yaparız. Veya bazen yüksek sesle “Le havle” durumlarına geçeriz klasik.

İşte, bu tip soruya karşılık soru cinslerini sosyal çevremizde de yaşıyoruz. Örneğin çeyrek asırdır hemen hemen her TV programında müsabakalarımızdaki ‘seyirci azlığı’ dile getirilir, köşelerde kaleme alınır veya radyolarda sürekli olarak ‘dilimde tüy bitti’ cinsinden dillere ağda yapılır. İlgili sorun her gündeme geldiğinde bendeniz de “Kıbrıslı seyirci müsabakalara neden gelsin ki?” diye sorarım soruya karşılık. E hade gene gene sorayım; Neden gelsin?. Bir’defa seyirci başka, taraftar başka. Taraftar sürekli olarak takımına maddi ve manevi destek sağlar. Seyirci ise bu konuda kendini kasmaz. Boş vakit buldu mu, maçlara ara sıra takılır.

Geçen yılın şampiyonu Galatasaray’ın son maçını izledik ve oradan da doğru Dereboyu’na kahveye takılmıştık. Bir baktık ki sanırsın Mecidiyeköy. Her tarafta sarı kırmızı formalı gençler. E hemen çaktık dalgayı; Çetinkaya’nın renkleri değil, Galatasaray’ın renkleri hâkimdi sokağa. O hengâme içerisinde Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanların neden maça gitmediklerini düşündüm ve yine soruya karşılık soru durumları klasik. E neden gitsinler?

Düşünün evden çıktınız ve müsabaka alanına geldiniz. Arabanızı park edebileceğiniz temiz ve güvenli bir alan var mı? Yok. E hade arabanız yok. İlgili stat güzergâhında toplu taşımacılık servisi veren birileri var mı? O da yok. E başka? Genelde performansın en alt düzeyde olduğu ve özellikle yıldız futbolcu eksikliğinin olduğu bir maça 30-40 TL verir misiniz? O da yok. E hade parayı verdiniz ve stada girdiniz. Güvenlik kameralarının olmadığı ve çekirdeklerle kirletilmiş, üzerine de kabuklu fıstık döşenmiş konfordan uzak soğuk betonda oturma vakti esnasında temiz bir wc, sıcak bir kahve veya eğer kış aylarında isek yukarıdan ısıtıcılı durumlar var mı? E o da yok doğal. Düzgün bir zeminde oynayan ve futbolu şölene çeviren yetenekler de yok. Tuttuğu takımın varsa kaliteli formasını bulacağı bir yer de yok. Müzik ve diğer eğlenceli atraksiyonları çoktan geçtik, baba maçtayken eşinin ve çocuklarının takılacağı güvenli bir mekânda yok! Ne mi var? Doğada nesli tükenmeye yüz tutmuş iki tane bitli keklik, bir tane de uyuz tavşan var. Maçı kim takar. Hadi ava.

Diğer Haberler

Başa dön tuşu