EğitimKıbrısManşetYaşam

Çocuk belleğinde ‘izler’ edinmek

Üniversitede çocuğa ve çocukluğa dair vermekte olduğum derslerde çok yakın geçmişe kadar, ilk ders günlerinde, öğrencilerimin dikkat odağını merkeze toplamak için, tahtaya kocaman bir soru işareti çizerdim

Üniversitede çocuğa ve çocukluğa dair vermekte olduğum derslerde çok yakın geçmişe kadar, ilk ders günlerinde, öğrencilerimin dikkat odağını merkeze toplamak için, tahtaya kocaman bir soru işareti çizerdim.

Daha onlar, ne oluyor, acaba arkasından ne gelecek diye fısıldaşırken de hemen soruyu seslendirirdim. Geçmiş zaman ifadesi kullanıyorum çünkü son iki senedir amfilerimizde kocaman yazı tahtalarımızı kullandığımız eğitim formatında değiliz. Umalım ki yine büyük boy tahtalarla yüz yüze, göz göze etkileşimli derslerimize dönebileceğiz.

Konuya dönecek olursam, tahtadaki kocaman soru işaretinin içini dolduran soru şu oluyordu. “Çocuğun neye ihtiyacı var?”. İşte biz bazı derslerde bir, bazılarında ise tam iki akademik dönem boyunca bu sorunun cevabını arıyoruz öğrencilerimle birlikte. Çocuğun neye ihtiyacı var? Bu anahtar soru, bize pek çok kapı aralıyor çocuğu anlamaya dönük tünelin ucundaki ışığa açılan o uzun yolumuzda. Bugün bu kapılardan birini siz değerli okurlarla birlikte aralayalım istiyorum. Çocukların, belleklerinde izler bırakılmasına ihtiyaçları var, öyle değil mi? H

epimizin çocuk belleğimizde birilerinden izler vardır. Belki nene-dedemizden, belki mahalle bakkalından, belki ilk öğretmenimizden, öğretmenlerimizden ve muhakkak ki ana babamızdan, kardeşlerimizden ve daha nice kaynağı canlı cansız izler, anılar. Bizler de çocuklarda “izler” iz pek çok zaman. Kimisi iyi kimisi kötü “izler”.. Elbette ki özlenen iyi izler olmak, olabilmek. Bundan tam 12 yıl önce, Ankara’dan Kıbrıs’a taşınma kararı aldığım günlerdi. Elime doğmuş olan yani manevi teyzesiyim diyebileceğim çok sevgili bir küçüğüm, o günlerde 4-5 yaşlarındaydı. Bu yazıya ilham olan, bahsi geçecek olan küçük arkadaşlarımın isimlerini saklı tutacağım çünkü belki ileride okudukları zaman kendilerinden izinsiz adlarının bu yazıda geçmesinden hoşnut olmayabilirler ve çocuğun “görünür olmama hakkı” ilkesi yararına bu haklarını burada saklı tutmaya özen göstermeliyim.

İşte o günlerde bizim Kıbrıs’a taşınma kararımızı nasıl açıklayacağımızı annesi ile birlikte planlıyorduk. Bir yemekli buluşma organize ettik ve o yemeğin sonunda söyledik. Bu karardan hiç mutlu olmadı! Huzursuzlandı, kızdı, cüzdanımı sakladı, “paran olmazsa gidemezsin” dedi. Annesi ile birlikte ikna etme ve O’nu mutlu etme çabalarımızın sonunda kendi ifadesiyle öğrendik ki düşüncesi şuymuş; “Kıbrıs diye bir aile var ve ben artık onların kızını seveceğim”. Annesi durumu daha da somutlaştırmak için adanın haritasını gösterdi ve “bak burası bir ada, çok güzel bir yer, biz de gideceğiz, göreceğiz” gibi açıklamalarla birlikte o günü bu şekilde bir deneyimle yaşadık. İlerleyen zamanlarda görüşmelerimiz seyrekleşse de sevgimiz hep çok sıcak kaldı ve küçük arkadaşım büyüdü, şimdi liseli bir genç oldu.

Birbirimizin belleğinde “izlerimiz” baki. Bir başka ilham kaynağım küçük arkadaşımla dostluğumuz, önce telefonla iletişim aracılığıyla gelişmeye başladı. Malum, içinden geçmekte olduğumuz süreç nedeniyle. Tanışmamız, birlikte vakit geçirmeye başlamamız daha sonra gerçekleşti. Önceleri güven duymak için uzun ve derin gözlemler yaptı, sorgulayıcı bir zihin. Bu özelliği beni sonsuz mutlu ediyor, eminim ki gelişimi öyle de devam edecek.

Benim izlenimime göre sınavım uzun sürdü ama büyük ihtimalle sınavı geçtiğime inanıyorum, çünkü bu günlerde beni oyunlarına davet etmeye başladı. Nasıl mutlu olduğumu tahmin edebilirsiniz. Bir diğer çocuk arkadaşım da yine tanışmamızın üzerinden çok da uzun bir zaman geçmemesine rağmen, tamamen kendi hür iradesi ile bana ismimle hitap etmek yerine “öğretmenim” diye seslenmeyi tercih etti. Henüz okula gitmiyor ve O’nun öğretmenim diye seslenmeyi tercih ettiği ilk kişi olmanın muazzam sorumluluğunu ve mutluluğunu taşıyorum.

Burada sizlerin de tanıklığı eşliğinde bir kez daha göz önüne almayı istediğim, Vygotsky’nin de kuramına altın harflerle yazdığı “çocukların bağlamları içinde geliştiği” olgusu üzerine tekrar tekrar düşünelim isterim. Düşünelim ve eylemlerimizi, gülümsemelerimizi, sesimizin tonunu, beden dilimizi, hizmetlerimizi ve öznesi çocuk olan bütün etkileşimlerimizi, çocuk belleğinde “iz” edinme sorumluluğumuz ile taşıyalım isterim. Ne dersiniz, hepimiz ayna nöronlarla bağlı değil miyiz?..

Diğer Haberler

Başa dön tuşu