KıbrısManşetSiyaset

Net olması gerekenler flu..

Protokolün özünde içinden geçtiğimiz pandemi sürecinin dayattığı şartlara uyumlu ve ivedilikle cevap verebilecek ve ihtiyaçları tatmin edecek bir  destek programı maalesef ortaya çıkmadı

Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında  3 Mart tarihinde imzalanan İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşmasının içeriğine ancak hafta sonu ulaşma imkanı buldum.

Sakin kafayla birkaç kez okudum.

Özellikle içeriğinde teknik konular olan maddeleri bir okumada anlamıyorum. Bu nedenle iki kez okumam gerekti protokolü..

Anlayabildiklerimi tahlil edebildim, anlayamadıklarımı da alanında uzman dostlarla istişare edip anlamaya çalıştım.

Her şeyden önce belirtmekte fayda görüyorum ki, bu protokolün içinde hükümetin karşı tarafa verdiği taahhütler ve öngörülenler anlaşılır değildir.

Protokolün özünde içinden geçtiğimiz pandemi sürecinin dayattığı şartlara uyumlu ve ivedilikle cevap verebilecek ve ihtiyaçları tatmin edecek bir  destek programı maalesef ortaya çıkmadı.

Destek programını oluşturan kalemlerde esnaf için öngörülen 30 milyonluk bir meblağ, turizm için öngörülen 30 milyonluk bir meblağ ve çiftçiye öngörülen 20 milyon gibi bir meblağ..

Bu miktarlar söz konusu sektörlerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır lakin  hiç yoktan bu sektörlere nefes aldıracaktır. Yani öyle umut ediyorum.  Diğer yandan ülkemin gerçeklerine bakıyorum, ki bunu bu ülkede yaşayan herkes objektif bir bakış açısıyla rahatlıkla gözlemleyebilir. Bugün 5 bin işyeri kapısına kilit vurdu, yaklaşık 50 bin kişi işsiz var. Bu kişiler ve aileleri 1500 TL destek için adeta çırpınıyor, turizm işletmeleri ve çalışanları perişan, tarımla uğraşan insanlar, çiftçiler, hayvancılar hayat pahalılığı ve zamlardan kan ağlıyor, esnaflar kepenk kapatmak zorunda kalıyor, birçok iş kolunda işletmeler batıyor, taksiciler, otobüs şoförleri evlerine ekmek götüremiyor, birçok okul tadilat bekliyor, birçok öğrencinin online eğitime katılacak tableti, akıllı telefonu veyahut da internet ağı yok ama gel gelelim içinde bulunduğumuz koşulları görmezden gelip gereksizce hatta hiç ihtiyaç bile olmayan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yapımına 14 milyon TL bir kaynak ayrılıyor. Her şeyden önce Cumhurbaşkanlığı binasının, ya da sarayının inşaat projesi böyle bir protokole neden dahil ediliyor?

Bu akla mantığa sığmayan bir konudur.

Hoş Cumhurbaşkanlığı yeni bina projesi mevzusu Kıbrıs ziyaretinde Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir jesti olarak ortaya atıldı. Haliyle Sayın Erdoğan bu taahhüdünü hayata geçirmek için bu ödenek protokole dahil edildi. Fakat siz bu ülkenin acil ihtiyaçlarını bilen bir yetkili olarak (Başbakan) durumu muhataplarınıza izah edersiniz ve bu meblağı daha gereksinim duyulan daha öncelikli ve yaşamsal öneme haiz alanlarda kullanmak arzusunda olduğunuzu anlatırsınız.

Bunun için Türkiye’den bir yetkilinin size hayır diyeceğini asla düşünmüyorum..

Şimdi bunu bir tarafa not edelim!

Altına imza konulan protokolün başka başka kısımlarına bakınca  görünen o ki, toplu iş sözleşmeleri ile kazanılmış birtakım hakları ortadan kaldırmaya yönelik girişimler mevcut. Bu girişimlerle maalesef demokrasilerin vazgeçilmez unsuru olan sendikal hayatı  ve örgütlü mücadeleyi hiç etmek  ve kontrol altında tutmak gibi yaklaşımlar da bulunmaktadır.

Protokolün bir diğer düşündürücü maddesi  “uygun görülen medya kuruluşlarına”  3 milyon TL katkı yapılacağı ifadesidir.. Bu yaklaşımın canlı örneklerini çok üzgünüm ama Türkiye medyasının bugün içinde bulunduğu duruma bakarak görmek mümkündür.

Böyle bir uygulamanın ülkemize taşınacak olması ile birlikte adil, objektif,şeffaf, demokratik olmayan ve  sadece taraf olan  medyanın destekleneceğini anlıyoruz. Bunun yanında, yani taraf olmaya meyilli olmayan demokratik ve özgür basının kıt imkanlarla kendi kaderlerine  terk edileceğini görebiliyoruz.

Dolayısıyla burada murat edilenin tek elden yönlendirilen ve kontrol edilebilen bir basın olduğunu anlıyoruz!

Bir diğer madde Kamu Görevlileri Yasası.

Bu yasa üzerinde  gerekli değişikliklerin yapılması öngörülürken, bir yandan da bu değişiklikler konusunda detaylandırmanın olmadığını görüyoruz.

Nitekim üst kademe  atamalarında esas alınacak kriterlerin yükseltileceği öngörülmektedir. Bu elbette kıymetli bir değerlendirmedir ve olması gerekendir. Lakin bu kriterlerin ne olacağı konusunda somut ifadeler bulunmadığı gibi sınırlama da getirilmemiştir üçlü kararname atamalarına.

Bütün bunlarla birlikte protokol içinde  enteresan olan ve ilgi uyandıran yatırım kalemleri de görüyoruz.

Şöyle ki; KKTC’deki ilk ve orta eğitim kurumları dahil tüm okulların bakım ve onarımına 20 milyon TL kaynak ayrılmış, Ve fakat ilginç bir şekilde sadece bir tek kurum olan Türkiye Maarif Vakfı eğitim alanı projesi için 5 milyon TL kaynak ayrılıyor.

Velhasıl diyeceğim o ki, hükümetin iktidar yetisi gözetilmeden, görev süresinin ne olabileceği düşünülmeden ve  halkın hassasiyetleri ve toplumsal öncelikli ihtiyaçları gözetilmeden programda öngörülen yasal düzenlemelerin hayat bulması pek mümkün görünmüyor! Protokol programında yer alan iktisadi tedbirlerle kendi kendine yetebilen, ayakları üzerinde durabilen bir ekonomi dinamiği yaratmak bir yana, iktisadi olanaklar kapsamında ortaya çıkan planlama ile turizm, yüksek öğretim, inşaat  ve dahi küçük sanayi faaliyetleri ve ticareti geliştirme hedefi maalesef ekonomik alanın çarklarının dönmesine olanak vermekten de uzak görünüyor..

Diğer Haberler

Başa dön tuşu